Orthodox Hymns in Turkish

12 Ocak 2009 Pazartesi

AZİZ ANTONİOS - ΑΓΙΟΣ ΑΝΤΩΝΙΟΣ



AZİZ ANTONİOS

Aziz Antonios İ.s. 205 yılında Mısır’ın bir köyünde çok zengin olan hristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Yaşı büyüdükçe okula gitmek istemiyor yalnızca kutsal sözleri dinleyip onları öğrenmek istiyordu. Yaptığı her şeyiyle Hz. İlyas’a benzemeye çalışıyordu. Söz dinleyen, iştahlı ve fakirlere ve ihtiyacı olan herkese yardım etmeye çok seven bir insandı. Onsekiz yaşına geldiği zaman ailesini kaybetti ve onlar için çok ağıtlar yaktı aziz Antonios. Böylece evin en büyüğü olarak evinden ve küçük kız kardeşinden sorumlu oldu. Bir gün kiliseye gittiğinde Hz. İsa’nın söylemiş olduğu:
- ...Eğer mükemmel olmak istiyorsan elindekileri fakirlere ver ve arkamdan yürü işte o zaman göklerde define kazanacaksın... eğitisini duydu.
Bunun üzerine aziz bütün tarlalarını satarak paraları fakirlere dağıttı. Daha sonra kız kardeşini büyütmesi için onu hristiyan bir kadına verdi ve ardında köyden ayrılarak sade ve Tanrı yolunda bir hayat yaşamaya başladı. Hiç durmadan dua ediyor, sürekli oruç tutuyor ve hatta dini kitapları o kadar dikkatli okuyorduki onları ezberliyordu.
Şeytan azizin ruhsal yönden ilerlediğini gördüğü zaman onunla savaşmaya karar verdi. Her akşam azizin yanına giderek ona vuruyor bazı zamanlar karşısına bir kadın gibi çıkarak onu kışkırtmaya çalışıyor bazı zamanlarda azize tarlalarını ve kızkardeşini hatırlatarak köyüne dönmesini sağlamak istiyordu. Bunlar olurken aziz hemen dua ediyor ve onda Hz. İsa’nın ismine bile dayanamayan şeytan hemen ortalıktan kayboluyordu. Aziz Antonios Tanrı yolundaki ilerleyişine daha da sürat kattı ve daha sert bir şekilde dualarına ve oruçlarına devam etti. Yemeği bir arkadaşının ona her ay getirdiği ekmek ve tuzdan başka bir şey değildi. Yatacak yatağı yoktu. Bazen yere biraz uzanıyor ardından tekrar kalkıp duasına devam ediyordu. Azizin Tanrı’ya olan bu inancını kıskanan şeytanlar azizi öylesine dövdülerki aziz bir çok saat hareketsiz kalmak zorunda kaldı. Aziz kendine geldiği zaman cesaretle şunları bağırdı:
- Karanlığın şeytanları beni korkutmaya çalışmayın. Beni hiç bir zaman İsa’nın sevgisinden ayıramayacaksınız!
Şeytan azizi dayakla korkutamayacağını anladığı zaman ondan başka yollardan intikam almaya karar verdi. Bir gece azizin Kutsal Kitabı okuduğu bir sırada deprem olurcasına büyük bir gürültü duyuldu. O sırada şeytanlar vahşi yaratıklar kılığında azizin karşısına çıktılar. Etraf vahşi ayılarla boğalarla yılanlarla ve akreplerle dolmuştu. Hepsi Tanrı’nın sevgili kuluna saldırmaya hazırdı. Şeytanın kendisini korkutmak istediğini anlayan aziz şunları söyledi:
- Vahşi yaratıklar eğer gerçekten gücünüz olsaydı aranızdan tekinizin gelip bana zarar vermesi yetrli olacaktı. Ancak Mesih İsa’nın beni korumasından dolayı beni korkutmak için hep beraber geldiniz. Hepiniz güçsüz ve korkaksınız.
O anda mağara korkunç ve kutsal olan bir ışıkla doldu ve işte o anda kötü ruh olan şeytan ortalıktan kayboldu. Aziz bunun üzerine diz çökerek şunları söyledi:
- Efendim neredeydin? Neden beni korumak için en baştan gelmedin?
- Ben buradaydım, ancak ne varki inancını görmek istiyordum. İnançla savaştın ve başardın bu yüzden bundan böyle sana hep yardım edeceğim!
Aziz bunları duyduktan sonra daha büyük bir iştahla ve delikanlılıkla yoluna devam etti. Aziz o zamanlar 35 yaşında idi. Aziz yaşadığı mezarın içerisinden ayrılarak dahada dindar bir hayat sürdürebilmek için yakınındaki bir dağa gitti. 20 sene boyunca hiç dışarı çıkmadan bir evin içerisinde kaldı. Arkadaşları ve yabancılar onu görmek istediklerinden kapıyı kırarak onlara bir şeyler söylemesi için ona yalvardılar oda onları üzmemek için onlara şunu tembih etti:
- Şeytanlar Hristiyanların düşmanıdır. Biz onlara önem vermediğimiz zaman onlar kudururlar. Onlar güçsüzdür ve bu yüzden duadan, oruçtan ve hayır işlerinden korkarlar. Bir yanlışınız için özür dilediğiniz zaman onlar korkup hemen kaçarlar. Siz tanrını yanında bulundukça onlar size hiç bir kötülükte bulunamazlar.
Kutsal Ruh’un yardımıyla aziz bir çok ruhsal yeteneğe sahip oldu. Mesela aziz bedenlerden şeytan kovabiliyor, hastalıkları iyileştirebiliyor hatta olacakları önceden bilebiliyordu. Aziz bir gün aziz Atanatios ile beraber İskenderiye’den ayrılırken arkasında kadının birinin bağırdığını duydu:
- Tanrı’nın insanı ne olur bana yardım et kızım şeytandan acı çekmekte!
Şeytanı içinde bulunduran kız yere düşerek bağırmaya başladı. Aziz bunun üzerine hemen Tanrı’ya kızın iyi olması için dua etti ve o anda kız yerinden sağlıklı bir şekilde kalkarak azize ve Tanrı’ya mucize için şükr etti.
Arion tarikatı taraftarı olan Valakios adında bir komutan Hristiyanlara düşmadı. O kadar taş kalpliydiki genç kızları ve rahipleri soydurup onları kamçılamaya korkmazdı. Bunları duyan Antonios hemen Valakios’a mektup yazarak eğer Hristiyanları kovalamaya devam ederse Tanrı’nında kendisini kovalayacağını ve ona karşı savaş açacağını belirtti. Günahlarından dönmek istemeyen komutan azize adam göndererek kısa bir zaman içerisinde kendisinede işkence yapacağını bildirdi. Aradan iki gün geçtikten sonra Valakios ve arkadaşı Nestorios İskenderiye’ye doğru giderlerken Nestorios’un atı Valakios’un ayağını öyle bir ısırdı ki komutan üç gün içerisinde vefat etti. Bunun üzerine herkes azizin önceden söylediklerinin çıkmasına hayran kaldı. Antonios sonunun yaklaştığını anladığı zaman bazı rahiplarin yaşadığı dağa geri döndü ve kısa bir zaman içerisinde hastalandı. Daha sonra rahipleri yanına çağırarak onlara görevlerine iştahla devam etmelerini tembih etti. Onlara şeytanlın sert ama güçsüz olduklarını hatırlatarak onlardan korkmamalarını söyledi. Daha sonra ölünce bedeninin toprağın altına gömülmesini ve kimsenin onun nerede gömülü olduğu bilmemesini istedi.
Bu olayın ardından azize görünen melekler onun bedenini almak için geldiler. Aziz bu olayı mutluluk içinde kabul ederken bedenini 105 yaşında tanrıya teslim etti. Azizn yortusu kilisemiz tarafından 17 Haziran’da kutlanmaktadır.

AZİZ ALEKSİOS - ΑΓΙΟΣ ΑΛΕΞΙΟΣ

AZİZ ALEKSİOS

Büyük Teodosios’un çocukları olan Arkadios ve Onorios’un Roma kralı oldukları dönemde dindar bir aile yaşamakta idi. Bu ailenin beyinin adı Evfimianos karısının ismi ise Aglaia idi. Evfimianos Roma ordusunda Komutan olarak çalışmaktaydı. Bu aile zengin fakat çocuk sahibi değillerdi çünkü çocuk yapamamaktaydılar. Bu yüzden Tanrı’ya onlara bir çocuk vermesi için sürekli dua ediyorlardı. Bir diğer yandan ise ailenin fakirlere karşı çok büyük bir sevgisi vardı. Hergün dul kadınları evlerinde misafir ediyor paralarını ihtiyacı olan fakirlere dağıtıyorlardı. Tanrı bu ailenin insanlığını ve Ona karşı olan inancını gördüğü zaman onlara bir çocuk bağışladı ve adını Aleksios koydular. Aleksios büyüdükçe ailesinden örnek alıyor ve oda ailesi gibi fakirleri mutlu etmeye çalışıyordu. Bütün insanları çok sevmekteydi ancak en çok sevdiği kişi Mesih İsa idi. Kendisi insanlara yardım ettikçe Tanrı’da onu ödüllendirmekteydi. Aradan yıllar geçip Aleksios genel eğitimini aldığında kendini Tanrı’ya adama kararı aldı. Bu yüzden zengin ve pahalı elbiselerinin altına kalın kıllı bir elbise giyerek sabrını ölçüyordu. Boş zamanlarında sakin bir odaya çekilip ya kutsal yazıları okuyordu yada dua ediyordu. Ailesi kısa bir zaman sonra onu mutluluğunu görmek için evlendirmeye karar verdiler. Artık evlenme zamanının geldiğini ona sürekli hatırlatıyorlardı. Aleksios’un evlenmek umurunda değildi çünkü onu ilgilendiren tek şey Tanrı’ya hoşnut olmaktı ancak ailesini üzmek istemediğinden zor durumda kaldı. Aziz Aleksios’un aklına o anda kendini evlenmeden Tanrı’ya adamak isteyen genç bir bir kız geldi. Bu kızıda ailesi evlenmesi için zorlamaktaydı. Aziz hemen kıza giderek ailelerinin hatırı için evlenmeye karar verdiler ancak beraber yaşayacakları sürede ruhen ve bedenen temiz kalmaya anlaştılar. Kısa bir süre sonra Roma’da Aziz Vonifatios kilisesinde düğünleri gerçekleşti. O gece Aziz eşiyle beraber Tanrı’ya şükrettikten sonra anlaştıkları gibi kemerini ve yüzüğünü çıkararak karısına verdi ve onları saklamasını rica etti. Daha sonra üzerine basit elbiseler giydi yanınada altın ve bir kaç değerli mücevherde alarak bilinmeyen bir mekana doğru yola çıktı.
Bir kaç gün sonra gemi Laodikya bölgesine vardı. Aziz oradan Suriye’ye doğru devam etti. Orada Mesih İsa’nın kilisesi bulunmakta ve onun içerisinde Mesih’in insan eli dokunmadan yapılmış olan İkona’sı bulunmaktaydı. Aziz kiliseyi gördüğü zaman çok sevindi ve orada kalmaya karar verdi. O zamandan sonra daha fazla dua edip daha fazla oruç tutmaya başladı. Aziz elindeki son altınlarıda fakirlere dağıttı. Aziz her geçen zamanda ruhen biraz daha gelişmekteydi.
Aziz bir gün yoldan geçenlerden para aldı. Onlara baktığında onların ailesi tarafından kendisini bulmaları için gönderilmiş kişiler olduğunu anladı. Kendi hizmetçilerinin kendisine kendisini tanımadan yardım ettikleri için aziz Tanrı’ya şükr etti. Aziz 17 yıl boşunca o kilisede Tanrı isteği doğrultusunda yaşadı. Aziz hayatı Hristiyanların hoşuna gidiyor her an ondan bir şeyler duymak ve öğrenmek istiyorlardı. Aziz kendini büyük bir insanmış gibi hissetmekten korktuğu için gemiye binerek Mersin’e gitmeye karar verdi. Gemi açıklara vardığı zaman fırtına koarak geminin adresine gitmesine engel oluyordu. Böylece kaptan yön değiştirerek Romaya doğru yol almak mecburiyetinde kaldı. Böylece aziz ailesini tekrar göreceğini ve bunun Tanrı isteği olduğunu anladı. Evine vardığı zaman ailesi ve karısı onu karşıladılar ancak onu tanıyamadılar. Aziz onlara kim olduğunu söylemedi çünkü o kendini yalnızca Mesih İsa’ya adamıştı. Ailesi ona kim olduğunu sorduğunda o Tanrı’nın bir insanı olduğunu söylüyordu. Ailesi bu yapancı rahibe o kadar alışmıştıki ona onlarla beraber kalmasını ve din işleriyle orada ilgilenmesini istediler. Aziz bunu kabul ederek evlerinin yanında bulunan bir depoda Tanrı yolunda ilerlemeye devam etti. Şeytan azizin manevi ve ruhen geliştiğini gördüğü zaman onu oradan kovmak istedi. Şeytan azizin babasının adamlarının aklına girerek onların azizle dalga geçmelerine ve dua ederken ona karışmalarına neden oldu. Aziz bu olaydan çok ailesinin onun kaybına üzüldüklerini gördüğünde dahada çok üzülüyordu. Aziz acılara katlandığı gibi kendi insanlarının acıdan ölmemesi için Tanrı’ya yalvarıyordu. Azizin ailesi buna rağmen fakirlarle ilgilenmeye devam ediyorlardı. Bir gün Mesih İsa azize görünerek onu bir kaç gün içerisinde beraberinde alacağını söyledi. Bunun üzerine aziz kağıt ve mürekkep alarak kim olduğunu ve hayatını yazdı. Mektupta bu kadar yıl onları üzdüğü için özür dileyen aziz Mesih İsa’nın söylemiş olduğu “ Annesini ve babasını benim üzerimde sayan layık değildir” sözüne uyduğunu yazı. Aziz bu kadar yıl çile ve derdin ardında diz çökerek son kez dua etti. O zaman 410 yılının Mart ayı idi. Bu olaydan bir kaç gün önce 12 Öğrenciler kilisesinde Baş piskopos İnnokendios ayin gerçekleştirdi. Birden bire göklerden duyulan bir ses:
- Cuma günü Tanrı’nın insanı aranızdan ayrılacaktır bu yüzden gidip onu bulun ve sizi kutsamasını isteyinki şehrinizi korusun.
Perşembe akşamı bütün halk gene aynı kilisede toplanarak Tanrı’nın kendilerine bu insanı nerede bulabileceklerini söylemesi için ayin düzenlediler ve gene bir ses duyuldu:
- Evfimianos’un evindedir Tanrı’nın insanı.
Evfimianos olayı anlayarak halkla beraber hemen evine koştu azizin odasına girdikleri zaman azizin yüzünün örtülü olduğunu ve sağ elinde bir kağıt tuttuğunu gördüler. Azizin babası kağıdı elinden almaya çalıştı ancak başaramadı. Daha sonra azizin başından örtüyü çekenler şaşkınlık içerisinde azizin yüzünden kör edici bir ıiığın çıktığını gördüler. Başpiskopos kral ve halk duygulanarak dua etmeye başladılar ve yalnızca bu yoldan azizin alinden kağıdı alabildiler. İşte o zaman sevgili oğullarını tanıyabildiler! Bu olaya sevinmeli mi yoksa üzülmelimiydiler? Azizin kutsal bedenini inançlıların görmesi ve öpmesi için şehrin meydanına koydular. O gece bir çok mucize gerçekleşti. Dilsizler konuşmaya başladı hastalar iyileşti ve halk Tanrı’ya bu yüzden hep bir ağızla dua etmeye başladı. Halk her geçen gün o kadar çoğalıyorduki onları oradan dağıtmak mümkün değildi. Halkı dağıtmak için yollara altın döküyorlardı ama halk genede oradan ayrılmıyordu. Azizin bedeni bir hafta sonra aziz Petros kilisesine gömüldü. Azizn mezarı muhteşem kokmaktaydı. Azizin yortusu kilisemiz tarafında 17 Mart’ta anılmaktadır.

AZİZ AHİLLİOS - ΑΓΙΟΣ ΑΧΙΛΕΙΟΣ

AZİZ AHİLLİOS



Aziz Ahillios 270 İ.s. yılında Kapadokya’da dünyaya geldi. Ailesi çok zengin olmakla beraber çokta iyi Hristiyanlardı. Bu yüzden paraları ile ihtiyacı olan herkese yardım ediyorlardı. Bu örnek davranışlarını çocukları Ahillios’a da aşılayan aile kısa bir zaman sonra vefat etti ve mirası eline alan aziz ailesinin görevini üstlenmeye karar verdi. Bütün mirasını fakirlere ve kilisenin ihtiyaçlarına harcayarak kendini duanın ve orucun ilk sahfada bulunduğu bir hayata adım attı. Bir gün aziz Kutsal topraklara gidip tapınmak, oradanda Roma’ya giderek Öğrenciler Petros ve Pavlos’un aziz bedenlerini ziyeret etmeyi istedi. Ama bunlardan başka Mesih İsa adına şehit olmuş binlerce kutsal bedenide ziyeret edecekti. Bu arada aziz papaz oldu ve insanlara Tanrı’nın sözünü yayarak bir çok kişiyi vaftiz etti. O dönemde Hristiyanlara karşı en ağır savaş açılmıştı. Bazı putperestler azizin halkı eğittiğini gördükleri zaman ona vurup acı çektiriyorlardı ama aziz bunlara Tanrı’nın sevgisi adına katlanıyordu. Hayatı temiz olduğundan Tanrı azize mucize yababilme özelliği verdi. Böylece her gün bir çok insan azize giderek dermen buluyor, şeytanlılardanda şeytanları kovuyordu. İtalya’dan sonra Yunanistan’ada Tanrı sözünü yayarak geldi. Ünü bir çok şehre yayılmıştı ve bir çok putperest Yunan’lı azizle tanışmak için yanına geliyordu. O zamanlar Larissa Despotu vefat etmişti ve herkes ortak bir karara verarak azizin orada despot olmasına karar verdiler. Aziz mitropolit olduktan sonra çok büyük insanlık işleri yaptı yardıma muhtaç olanları yardımsız bırakmadı. Bir çok mucize gerçekleştirdi ve bir çok insan sayesinde Hristiyan oldu. Bir zamanlar şehirde büyük bir sorun yaşandı. Şehirde çok uzun zamandır yağmur yağmadığından çiftçilerin işsiz kalma ihtimaali çok yüksekti. Bu durum üzerine inançla despotlarına giden halk azizden yardım istedi. Aziz dua ettikten sonra şiddetli bir yağmur yağdı ve böylece insanlar bu sorundan kurtulmuş oldular. Aziz bir çok şeyi önceden anladığından kötülük yapmak isteyenlere engel oluyor kötüler ise utanarak yapmak istediklerine pişman oluyorlardı. Aziz bütün bu büyük işleri ve görevleri yaparken Bizans Kralı büyük Konstantinos azizi yakından tanımak istedi. İ.s. 325 yılında ilk EKÜMENİK KONSİL’i yapmaya karar verdiler. Bu KONSİL İznikte yapılmakta ve 318 Mitropolit katılmaktaydı. KONSİL’in ana konusu Mesih İsa’nın Baba ile eş değer olmadığını ama Baba’nın yarattığı bir varlık olduğunu ileri süren Arion adındaki birini yargılamaktı. Bunların arasında azizde bulunmaktaydı. Aziz KONSİL’de yaptığı bir mucize ile Arion ve tarikatına inananları utandırdı. Aziz herkesin arasında bir taş alarak şunu söyledi:
-Eğer Mesih İsa bizim inandığımız gibi Baba ile eşdeğerse bu tarikata inananların utanması için bu taştan yağ aksın!
O anda mucize gerçekleşerek taştan yağ akmaya başladı ve yağ tüm yeri kapladı. Kral ve Mitropolitler mucizeye sevinerek Tanrı’nın gücüne şükr ettiler ve tarikatçıları utandırdılar.
KONSİL bittiğinde Kral henüz inşaatı bitmiş olan Konstantinopolis’in açılışı için tüm Mitropolitleri davet etti. Aziz orada dönemin Patriği Aziz Mitrofanis ile tanıştı. Patrik azizin mucizelerini duyduğunda ona saygı gösterisinde bulundu. Büyük Konstantinos azize bir çok hediye verdi. Kısa bir zaman sonra Larissa şehrine geri döndü ve orada mucizeyi öğrenmiş olan halk azizi gerektiğince karşıladı. Aziz halkın inançlılığını gördüğünde daha çok çalışmaya başladı hatta başka şhirlerede yardım etmeye başladı. Kral Konstantinos’un para yardımları ile gerçek Tanrı’nın isminin anıması ve Tanrı’ya tapılması için kiliseler inşa etti.
Bir gün bir köyün ihtiyacının karşılanması için aziz davet edildi, azizde bu daveti kabul ederek yola çıktı. Köylüler aziz için bir çok şey duyduklarından yoları ve evlerini süslediler, güzel yemekler pişirip en pahalı elbiselerini giydiler. O anda köylerine iki tane basit ve fakir giyimli iki din adamının yaklaştığını gördüler. Köylüler bunların azizin gelişini hazırlamak için gelen elçiler olduğunu zannettiler. Aziz ve yanındaki din adamı köye vardığında köylüler azizin ne zaman geleceğini sordular.
- Ben Ahillios’um.
Herkes cevaba şaşırdığında tekrar sordular ama gene aynı cevabı aldılar. Sözünü dinlediklerinde azizden özür dilediler. Köylüler köylerine pahalı elbiselerle donanmış büyük bir atın üzerinda kalabalık bir halk topluluğuyla bir despotun gelmesini beklerken sade görünüşlü bir insanın gelmesine şaşırmıştı.
Aziz hayatını insanlara yardım ederek ve dua ederek geçirdi. İnançlı ve gerekli şekilde 30 yıl boyunca kilisemize hizmet etti. Ölmeden kısa bir süre önce mezarını hazırlamalarını istedi. Bütün papaz ve rahipleri yanına çağırarak onlara öğütler verdi. Aziz öleceğini söylediği zaman onlar dermansızca ağlamaya başladılar ama o öunları söyledi:
- Çocuklarım ağlamayın ben ölünce sizi Tanrı’nın ellerine bırakacağım. O sizi koruyacak ve kutsayacak. Yeterki siz inancınızı Tanrı’nın ve öğrencilerinin bize bıraktığı gibi temiz tutun.
Daha sonra aziz kollarını göğe kaldırarak dıa etti. Etrafında bulunanları kutsadıktan sonra ruhunu Tanrı’ya teslim etti. Herkes gene dermansızca ağlamaya başladı. Bedenini azizin ısmarlamış olduğu mezara koydular. Aziz gömülürken bir çok mucize gerçekleşti. Körler görmeye, sakatlar yürümeye ve hastalar iyileşmeye başladı. Bedeni bugüne kadar bir çok mucize gerçekleştirdi. Larisa halkı için aziz bir hazine haline geldi. Yunanistan’ın bir çok şehrinden azizi ziyerete gelmeye başladılar. Larisa halkı günahkar olduğundan Tanrı onları cezalandırmak istedi böylece 978 yılında Bulgarların kralı Samuil azizin ve başka azizlerin bedenlerini alarak krallığına götürdü. Azizin bedeni bugüne kadar orada bulunmaktadır. Hatta Prespa adasında azizin adına yapılmış birde kilise bulundu. Kilisemiz azizin yortusunu 15 Mayıs’ta anmaktadır.

ATİNA’LI AZİZE FİLOTEİ - ΑΓΙΑ ΦΙΛΟΘΕΗ

ATİNA’LI AZİZE FİLOTEİ



Azize Filotei Türklerin Yunanistanda iktidarda bulunduğu zamanda Atinada doğdu. Annesinin adı Sirigga ve babasının adı ise Aggelos Benizelos idi. İkiside Tanrı’ya bağlı insanlardı ancak Sirigga kısır olduğundan ikiside çok üzülüyordu. Ve böylece sürekli Tanrı’ya onlara bir çocuk bağışlaması için dua ediyorlardı. Bir gün Sirigga Meryem ananın kilisesine her zaman olduğu gibi gene dua etmeye gitti. Ancak kilisede uyuyakaldı ve o zaman rüyasında Meryem ananın ikonasından çıkan çok parlak bir ışığın karnına doğru geldiğini gördü. Uyandığı zaman dualarının kabul olduğunu anladı. Gerçektende kısa bir zaman sonra hamile kaldı ve bir kız çocuğu doğurdu. Çocuğun adını Regula koydular.Regula büyüdükçe giderek annesine benziyor ve onun yolunda ilerliyordu. Oniki yaşına vardığında Andrea adında genç ve zengin birisi Regulayı kendine eş olarak istedi. Regula evlenmeyi değil kendini Tanrı’ya adamak istiyordu. Ancak ailesi başka çocukları olmadığından Regulaya Andrea ile evlenmesi için baskı kuruyorlardı. Böylece Regula kendi rızası dışında Andrea ile evlenmek zorunda kaldı. Andrea Tanrı korkusu tanımayan ve dünya malına çok düşkün bir insan olduğundan Tanrı korkusu ve sevgisi ile yaşamakta olan karısına kötü davranıyordu. Bir çok sefer onu acımasızca dövüyor ona işkence ediyor ve onu üzüyordu. Andreasın evde olmadığı bir gün iyi kalpli Regula fakirlere yardım etmek istedi ve böylece evinde bulunan yağ küpünden bolca fakirlere verdi. Ancak kocasının küpü boş bulup onu dövmesinden korkuyordu. Bunun üzerine küpe su doldurarak kocasının bir şey anlamasını engelleyecekti. Bu olay üzerine yüce Tanrı Regulanın temiz kalbi için mucize yaptı. Su yağa dönüşerek Regula kocasının acımasızlığından kurtulmuş oldu. Bir çok seferinde Regula kocasının bu davranışlarını düzeltmek amacı ile ona sevgi ile konuşuyor ve Tanrı’ya ona sabır vermesi için sürekli yalvarıyordu. Ancak Andrea hiç bir şey için pişmanlık duymuyordu. Regulayı üzmeye ve ona kötü davranmaya devam ediyordu. Aradan üç sene geçtikten sonra Andrea vefat etti ve böylece Regula acılarından kurtulmuş oldu. Bu olaydan sonra ailesi ona tekrar evlenmesini çünkü onu isteyenlerin çok olduğunu söyledi. Ancak Regula babaevine dönerek orada kendisini iyice Tanrı’ya adadı. Oruç tutup dua ediyor Kutsal kitabı okuyup sürekli Tanrı yolunda ilerliyordu. Bir gece rüyasında Aziz Andreası gördü. Aziz Reguladan bir kadın manastırı inşa etmesini istedi. Regula hemen emre kulak verip Atina’da evine yakın bir mekanda manastırı inşa etti. Manastırı inşa ettikten hemen sonra manastıra vefat eden kocasının adını verdi ve kendisi orada rahibe olarak Filotei adını aldı. Kendisi ile birlikte evinde Tanrı sevgisi ile yaşayan hizmetçilerde manastırda rahibe oldular. Bunlardan başka içinde Tanrı sevgisi bulunan ve Tanrı yolunda ilerlemek isteyen başka kadınlarda manastıra gelerek orada rahibe oldular. Zaman ilerledikçe Azize Filotei hastaneler, yaşlıhaneler ve benzeri kurumlar kuruyor insanlara elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyordu. Bundan başka yetim olan kız çocuklarını büyütüyor devamında okutup onları evlendiriyordu ancak eğer yetim olan kızlar isterlerse onları rahibe yapıyordu. Bir zamanlar insanların çoğu azizeye adanmış olan bir bölgeye akın ediyorlardı. Bunun sonucunda ise kimse manastıra gelmiyordu ve böylece manastır her geçen gün fakirleşti ancak azize rahibelere sabırlı ve inançlı olmalarını tembih etti. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra büyük bir mucize yaşandı. Manastıra gelen iki soylu adam manastıra büyük bir miktarda bağışta bulundular. Rahibeler mucizeyi gördükleri zaman Tanrı’ya şükrettiler. Rahibelerin her geçen gün çoğalması nedeni ile azize bir çok yere manastırlar inşa etti. Bir gün manastıra azizeye dört tane kadın gelerek azizeden onları manastırda saklamasını çünkü Türk olan efendilerinden kaçtıklarını ve kaçmalarının nedeninin ise efendilerinin kendilerinin dinlerini zorla değiştirmek istemesi idi. Ancak efendiler rahibenin kadınları manastırda sakladığını öğrendikleri zaman manastıra saldırıda bulundular. Azizenin hasta olmasına rağmen onu zorla alı koydular ve buda yetmezmiş gibi bölgedeki Türk komutanın emri ile onu hapse attılar. Ertesi gün komutan kendisine din değiştirmeyi mi yoksa ölmeyi mi tercih ettiğini sordu. Bunun üzerine azize Müslüman olacaşına Baba Oğul ve Kutsal Ruh adına ölmeyi cesaretle tercih etti. O sırada mekana azizeyi seven bir kaç zengin hristiyan geldi. Komutana iyi bir miktar ödedikten sonra komutan azizeyi serbest bıraktı. En sonunda o dört kadın rahibe olarak hayatlarını bir adada bulunan manastırda sürdürdüler. Bir diğer yandan Türkler rahibenden genç ve bakire kızları kendilerinden koruduğu için nefret ediyorlardı. Bir gece rahibe kilisede dua ederken kilisenin içine giren beş Türk kendisine saldırarak onu dövdüler ve ağır bir şekilde yaraladılar. Bunun ardından onu taştan bir direğe başlıyarak yarı ölü bir halde orada bırakarak oradan uzaklaştılar. Azizeyi orada diğer rahibeler bularak Kalogreza bölgesindeki manastıra götürdüler. Azize Tanrı’ya O’nun için çile çekmeye layık olduğundan şükretti.kısa bir süre sonra 19 şubat 1598 yılında yorgun kalbi artık çarpmıyordu. Yirmi gün sonra azizenin vucudu muhteşem bir şekilde kokuyordu. Atina’lı azize Filotei’nin yortusu kilisemiz tarafınadan vefat ettiği ğün olan 19 şubatta kutlanmaktadır.

7 Ocak 2009 Çarşamba

AZİZ NİKOLAOS (Αγιος Νικόλαος)

(Ο ΑΓΙΟΣ ΝΙΚΟΛΑΟΣ ) AZİZ NİKOLAOS



HARALAMBOS D. VASİLOPULOS
ARHİMANDRİT


8. BASKI


Anısı 6 Aralıkta kutlanmaktadır


BİRİNCİ BASKININ ÖN SÖZÜ

Tüm azizler, azizdirler, ancak, Aziz Nikolaos, büyük azizlerin grubundandır. Her yerde ona saygı gösteriyorlar, hem doğuda hem de batıda, hem kuzeyde, hem de güneyde. Fakat, denizciler tarafından ayrı sevilmektedir. Çünkü o, onların koruyucusudur. Onun için de, vapurların çoğunda onun adı geçmektedir. Onun ikonası, her kaptanın odasında asılıdır. Fırtınalı denizde ve bir tehlike karşısında kaldıklarında, ondan medet diliyorlar:
─ Aziz Nikolaos, bana yardım et! Veya da, Aziz Nikolaos, direksiyona geç!
Liman girişlerinde ve burunlarda, onun adına yapılmış büyük veya küçük kilisecikler bulacaksın. Bunlar uzaktan görünüyorlar, ta ki denizciler onlardan cesaret ve güç alsınlar diye. Onlar, adak doludurlar. O adaklar da, büyük bir deniz kazasından sonra kurtulanlar tarafından oraya konulmuşlardır.
Aziz Nikolaos, Allah’tan büyük inayet aldı. Çünkü, Hıristiyanlığın takibat altında olduğu o kara ve karanlık yıllarda yaşadığı hâlde, Hıristiyan hayatı yolunda ilerlemeye devam etti. O zamanın zalim yöneticilerinin putperestlik öfkesini atlatabildi.
O, hiçbir zaman eğilmedi. Arkasına bakmadı. Azizlik yolunda hiç durmadı. Buhranlı hayatında tek bir düşüncesi ve tek bir amacı vardı: İsa Mesih’in adı için kurban olması-şehit olmasını istiyordu. Şöyle mum gibi erimesini istiyordu. Böylece, diğerleri aydınlanacak ve Allah’ın krallığına gideceklerdi.
O, sakin, uysal ve dingindi. Ancak, dinini savunmak söz konusu olduğunda, o zaman kendisi aslan kesiliyordu. O vakit mücadele ediyor, savaşıyor, sesini yükseltiyor ve öne geçiyordu. O zaman, İsa Mesih’in gerçek ışığını yükseklere kaldırıyordu. Yozlaşmış sapık mezhep mensupları ve dinsiz putperestler, onu karartmak ve söndürmek istiyorlardı.
Onun hayatı maceralarla, çok çalkantılı ve ileri görüşlü olarak geçmiştir. İlk bakışta, hayatı öğreticidir. Her Ortodoks Hıristiyan tarafından okunması gerekir ve buna değerdir.

Arhimandrit HARALAMBOS VASİLOPULOS
Atina, Mart 1971



BİRİNCİ BÖLÜM

AZİZ NİKOLAOS’UN HAYATI

Aziz Nikolaos, M.S. 250 yılında, Küçük Asya’nın Likia bölgesinin Patara denilen yerde dünyaya gelmiştir. O, tek çocuk idi. Ebeveyni dindar ve malî yönden de iyi durumdaydılar. Ailevi varlığı oldukça çoktu. Kendisine rahat ve kolay bir hayat temin edebilirdi.
Ancak o, daha bebeklik çağından itibaren, hayatta kolay yolu takip etmeyeceğini göstermişti. O, daha küçük yaştan beri, sert ve lâkin de aziz olan mücadele yolunu seçti. Böylece de, kalan günlerde, diğer bebekler gibi normal süt emerken, Çarşamba ve Cuma günleri bütün gün süt emmez, sdece güneş battıktan sonra bir kere süt emiyordu.
Gün gelip de okul çocuğu yaşına vardığı vakit çok çalışkandı. Ahlâksız konuşmalardan uzaklaşıyor ve uzak duruyordu. Hiçbir zaman yaramaz arkadaşları istemiyordu. Oyunlar yerine, büyüklerle beraber olup tartışmaları seviyordu. Büyükler ve yaşlıların yanında, kendisine ruhen faydalı olan örnekler ve tavsiyeleri dinliyordu. İnsanın karakterini tehlikeye sokan düşmanlar hakkında bir şeyler işitiyordu. Faziletli insanların hayatlarında, şeytanın kurabilecek desiseleri öğreniyor ve son derece faydalı sonuçlar çıkarıyordu.
Bu arada, her zaman birinci olarak kiliseye koşuyordu. Orada, kandillerin bal rengi ışığı ve günlüğün (tütsü) tatlı kokusu altında, ruhunu, Allah korkusu ve iman ile sulansın diye bırakıyordu. Tertemiz çocuk kalbinin içinde, aşırı derecede bir sevinç ve Hıristiyan inancı dolup taşmağa başladı.
Fakat, oldukça küçük bir yaşta iken, ebeveyni birbiri ardından vefat etti ve böylece öksüz kaldı. Onun aziz hayatı, karakteri, davranışı, uysallığı, sadeliği ve ciddiliği onu çok meşhur yaptı. O zamanlarda, Likia’da başpapaz amcasıydı. Onun da adı Nikolaos idi.

ALLAH’IN HİZMETİNDE

Aziz Nikolaos büyüdüğünde, amcası onu Allah’ın hizmetine davet etti ve bu iş için ne kadar da istekli olduğunu görünce, onu papaz yaptı. Onu papaz yaparken başrahip olan amcası Kutsal Ruh tarafından ilham aldı ve dedi:
─ Bugün papaz olarak tayin edilen şu genç, çok yakın zamanda, başrahip olacaktır. Birçok üzgün ve acılı insanı sakinleştirip teselli edecek ve birçok insanı da Gökyüzünün Krallığına gönderecektir.
Dediğimiz gibi, ebeveyni öldüğü zaman, arkalarında büyük bir servet bıraktı. Nikolaos şimdi bu servetle çok iyi bir hayat geçirebilirdi. Eğlenerek hayatın tadını çıkarabilirdi. Ancak, böyle bir şeyi hiçbir zaman kabul etmeyecekti. Hiçbir zaman kendisini öne koymuyordu. O, başkalarını düşünüyordu. Onun aklı, Allah’ın çocukları ve kendi kardeşleri saydığı o haksızlığa uğramış, aç kalmış, fakir düşmüş, hasta olmuş ve zavallı olanlarda idi.
Servetini satıp elde ettiği tüm o paralarını zayıf ve fakir olanların ihtiyaçlarını karşılamak için harcadı. Servetiyle öksüz ve dul kadınları besledi. Çıplak ve zavallıları giydirdi. Umutsuzluğa düşmüş olanlara selâmet getirdi. Ne kadar seviniyor, ne kadar mutlu oluyor ve ne kadar da huzur buluyordu, kendilerine baktığı o insanların yemek yediklerini, giyindiklerini ve onun sevgisinden cesaret aldıklarını, sevindiklerini ve umutlandıklarını görünce çok seviniyordu.


ÜÇ TANE TEMİZ KIZI KURTARIYOR

Nikolaos’un açık elli oluşu, iyilik sever ve hoşgörülü oluşu, günah çukurundan birçok Hıristiyan’ı kurtarmış oldu. O zaman, verdiği sadakalarla, üç tane genç kızın günah çukuruna düşmelerini önledi. Bunun nasıl meydana geldiğini bir dinleyiniz bak:
Aziz Nikolaos zamanında, Likia’nın Patara yerinde çok zengin bir adam yaşıyordu. Onun üç tane güzel genç kızı vardı. Onun adı meşhurdu ve ailesinde huzurlu bir hayat geçiriyordu. Ancak, bir gün geldi ve o güzel hayatı ile zenginliğini kaybetti. Fakirliği o kadar büyüdü ki artık çekilmez oldu. Bu büyük zorluk karşısında dayanamadı. Daha önceleri güzel bir hayata alışmış olan bu kişi, bu umutsuzluğu karşısında, bir an için, kızlarını bir umumhaneye kapatıp çok para kazanarak eskisi gibi güzel yaşamayı düşündü!
Ancak, Allah, bir babanın karanlık aklıyla bu üç temiz kızı kötü yola ve günaha sürüklemesine izin vermeyecekti. O üç kızın kurtuluşu için çaba gösterdi. Ve bak nasıl işte:
Bu babanın o çirkin teklifini kızlarına söylediği gün, Aziz Nikolaos bu kararı aynı gün öğrenmiş oldu. Babanın bu kötü kararından dolayı düştüğü o zelil durumundan ötürü çok derin üzüldü. Aziz Nikolaos’un o hassas yüreği çok kuvvetli bir şekilde çarptı. Tüm vücudunu bir titreme sarstı.
─ Sempati ile duygulanma yetmiyor, diye mırıldandı. İş lâzım. İhtiyaç vardır, büyük ihtiyaçtır. Üç tane can tehlike karşısındadır! Yardım etmem gerekiyor...
Ve, bunları söyledikten sonra, Aziz Nikolaos kararını aldı. Bir mendil içerisine üç yüz tane altın para, de ki bugünün üç yüz tane altın lirası gibi koyarak, gece olup karanlık bastığında, eskiden zengin olan o kişinin evine yaklaştı. Orada karanlıkla sükûnet hakimdi. Sonra da sağa sola, birilerinin geçip geçmediğini anlamak için baktı. Yollar sakin idiler. Sonra, evin yanına yaklaştı. Açık bulduğu küçük bir pencereden, o üç yüz altın para dolu olan mendili odanın içine doğru attı.
Sonra sevinç içerisinde ve memnun bir durumda oradan uzaklaşır. Hiç kimse onu görmesini istemez. Onun bu hareketi için, hiç kimsenin öğrenmesini istemez. Veren kişi için, takdir ve tartışma istemiyor...
Sabah olduğunda, keyfi bozulmuş olan o adam yatağından kalkar. Çok zorlukla gözlerini açtığı zaman bir de ne görsün? Odanın ortasında yepyeni, sarılmış durumda bir mendil gördü. Ona acayip bir şekilde bir baktı. Sonra onu eline aldı. İçinde bir hazinenin saklı olduğunu anladı. İçindeki altın paraları gördüğü vakit sevincinden dolayı bir uçuverdi. Şaşırdı. Mutlu bir şekilde ellerini ovuşturuyordu.
─ Üç yüz altın parayla en büyük kızımı evlendiririm. Allah’ım, bu hayırsever adamı bana yolladığın için sana teşekkür ederim.
Sevinç ve mutlulukla, büyük kızına talip olan şehrin zenginlerinden biriyle aynı gün evlendirdi. Drahoma olarak da tüm paraları onlara verdi. Allah, kalan diğer kızlarımın mutluğu için de bir yol düşünüp bulacaktır...
Bu anî düğün için herkes hayrette kalmıştı. Herkes de soruyordu, bu kadar parayı bu kişi nerede buldu diye. O da şaşkınlık içindeydi. Kendisine yardım eden o hayırsever insanı öğrenmek istiyordu, fakat bunu yapamıyordu. Ancak, Allah’a hep şükranlarını sunuyordu.
Aziz Nikolaos, verdiği paraların, Allah’ın istediği şekilde yer tutup düğünün olduğunu görünce, başka bir akşam, hiç kimseye görünmeden, yine üç yüz altın para bir mendile koyarak aynı pencereden odanın içine doğru attı.
Sabah olduğunda, baba yine bir mendil bulduğu zaman, anlatılamaz derecede sevindi. Fakat, kendisine bu kadar büyük iyilik yapan o hayırsever kişiyi bir türlü bilmiyordu.
─ Allah’ım, sen hiç kimsenin zarara uğramasına izin vermiyorsun, diye duasında söylüyordu. Beni bu zor durumdan kurtarma gayesiyle, bu güzel insanı bana yolladığın için sana müteşekkirim. Sana şükrediyorum Allah’ım, bana iyilik eden bu adamı bana göster.
Her neyse, bu paralarla, ikinci kızını da evlendirdi.
─ Allah, iki kızım için bulduğu paraları, üçüncü kızım için de bulacaktır, diyordu.
Fakat, o günden sonra, o bilinmeyen kişi yine para getirecek olursa, koşup onu görmek isteyecekti ve bu işi başardı da.
Aziz Nikolaos, bu adamın iki kızını evlendirdiğini görünce, üçüncü kızına da yardım etmek istedi. Onun için de, bir mendil içerisine yine üç yüz altın para koyup gizlice ve dikkatli bir şekilde aynı pencereden onları atmak için oraya gitti. O paraları o pencereden içeriye doğru attı.
Kızların babası da tam uyumayarak aklı hep gelecek olan bu adamdaydı. Mendilin düşüş sesini duyar duymaz kapıyı açtı ve o adamı yakalamak için arkasından koştu. Nikolaos, onu fark ettiklerini anladığı zaman, kendisinin gizli kalması ve bu adamdan kurtulması için daha hızlı koşmağa başladı.
Ancak, kendisine bu kadar yardım edilen kişi daha hızlı koştu ve paraları atan adamı yakaladı. Onu görür görmez tanıdı. Ayaklarına kapandı ve gözlerinde gözyaşları olduğu hâlde ona teşekkür ederek kendisine dedi:
─ Allah’ın kulu, sana teşekkür etmek için söz bulamıyorum. Ben ki zavallı ve sefil olan bir insanı acıyıp en zor dönemimde bana bu kadar sadaka verdin. Eğer sen yetişmiş olmasaydın, biz, manen ve maddeten de yok olmuş olacaktık.
Aziz Nikolaos, fazileti meydana çıktığı için üzüldü ve o kızların babasına dedi:
─ Ben yaşadığım müddetçe, sana yaptığım bu iyilik için, hiçbir zaman ve hiç kimseye, hiçbir şey söylemeni istemiyorum!
Sonra vedalaştılar ve herkes evinin yolunu tutarak uzaklaştı. İflas etmiş olan o zengin kişi, şimdi son derece memnun ve mesrur idi. Onun karanlık plânı artık ölmüştü. Artık, aklında şeytanın plânları, tedirginlik ve belirsizlik yoktu.
Ertesi gün en küçük kızını da evlendirdi. Daha önceleri, düşkünleşme ve yozlaşma tehlikesinin hakim olduğu yerde artık üç tane mutlu düğün yerini almıştı. Ve, artık mutlu olan üç kız babası, hayatının kalan yıllarını mutluluk içerisinde geçirdi.
Bu arada, Aziz Nikolaos, günlerini, oruç tutarak, dua ederek ve sadaka vererek geçiriyordu. İsa Mesih’ten, şeytanın kötü plânları karşısında yılmaması için kendisine güç vermesi duasında bulunuyordu. Kendisine hakim olması için demir kuvvet istiyordu. Kendisine çeki düzen vermesi için yalvarıyordu. İnsanın zayıf anları karşısında teslim olmaması için dua ediyordu. Kendisi her gün, sürekli olarak, aziz hayata uygun bir hayat yaşamak için mücadele veriyordu. Her zaman ciddi bir tutumuyla, ne istediğini, neden kaçınması gerektiğini bilir ve bu dünyanın fani ve boş olduğunu bilen bir kişiydi.

DALGAYI DURDURUYOR

Günün birinde, Aziz Nikolaos, Kudüs’e gitmek için bir Mısır vapuruna binmişti. İsa Mesih’in o Kutsal Mezar’ını ziyaret etmek, orasını sakin bulmak ve inzivaya çekilmek istiyordu.
O vapurun içerisinde birçok da Hıristiyan mevcuttu. Bunların çoğu, o aziz yerleri ziyarete ve ibadete gidiyorlardı. Aziz Nikolaos, rüyasında, geminin direğindeki ipleri şeytanın kestiğini görür. Sabah olup uyanır uyanmaz, tayfalara söyle dedi:
─ Bugün bizi büyük bir dalga bulacak ve çok sıkıntı çekeceğiz. Ancak siz hiç korkmayınız. Siz Allah’a dua edin ve O bizi dalgalardan koruyacaktır.
Aziz Nikolaos bunları söylediğinde, gökyüzünü kapkara bir bulut kapladı. Sonra da kuvvetli bir rüzgâr çıktı ve deniz adamakıllı kabardı. Herkes şaşırıp kaldı ve ölümü bekliyorlardı.
Herkesin gözü ve ümidi Aziz Nikolaos’taydı. Gözyaşları içerisinde, Allah’a dua etmesini ve rüzgârı durdurup bu zor ana son vermesi için kendisinden rica ettiler. Gerçekten de, Aziz Nikolaos, Allah’a dua etti. O vakit rüzgâr durdu. Deniz sakinleşti ve vapurun içindekiler sevindiler ve bu zor andan kurtuldular.

DENİZCİYİ YENİDEN DİRİLTİYOR

Ancak, o büyük fırtına anında, denizcilerden bir tanesi, ipleri bağlamak için gemi direğine binmişti. Direkten indiği sırada güverteye düştü ve orada canını kaybetti. Dalga durup, dalganın durduğundan denizcilerin sevindiği-ni, fakat, bir denizcinin de ölmüş olduğu için üzüldüklerini Aziz Nikolaos gördü. O vakit, o denizcinin yeniden dirilmesi için Allah’a dua etti. Ve, mucize oldu! Ölmüş olan denizci, sanki hafif bir uykudan uyanırcasına yeniden diriliverdi.
Karaya vardıkları an, herkes Aziz Nikolaos’un kerametlerinden bahsediyordu. O zaman, çeşitli hastalıklardan hasta olan insanlar Aziz Nikolaos’a gider ve onları tedavi ediyordu. Gündüz gidenler, onları akşama kadar iyileştiriyordu.
Kudüs’e vardığı vakit Kutsal Topraklar’ı ziyaret edip dua etti. Kutsal Mezar’ı, acılı Golgota’yı ve genelde İsa Mesih’imizin ayaklarının bastığı her yeri ziyaret etti.
Bunun yanında, bir de orada kalmak istedi. Ancak, Allah’ın bir meleği gece vakti gelip vatanına dönmesi için ona emir verdi.

DENİZCİLERİN KURNAZLIĞI

Vapurların oldukları limana inip ve bir kaptana nereye seyahat edeceğini sordu.
─ Nerede navlun bulursak oraya gideceğiz, diye kendisine cevap verdi.
─ Aziz Nikolaos, ben size navlun ödeyeyim ve beni Likia’nın Patara’sına götürünüz.
─ Vapurun tayfaları olan tüm onlar, “memnuniyetle”, dediler. Ve derhal çekildiler.
Rüzgâr iyi di.
Ancak, onlar, vatanları olan İskenderiye’den de geçmek istiyorlardı. Onun için de yolda rota değiştirip oraya doğru yol almaya başladılar. Fakat, Aziz Nikolaos’u seven Allah, bu geç kalma işinden üzülmemesi için, şu kerameti meydana getirdi.
Büyük bir deniz dalgası oluştu. Dalgalar, gemiyi her taraftan vuruyor ve geminin her an anî batış ile karşı karşıya olduğu bir an geldi. Bir an sonra, geminin direksiyonu kırıldı ve bu dev dalgalar arasında gemi kaptansız yoluna devam ediyordu. O zaman denizciler şaşırdılar ve sonlarıyla ölümlerini beklemeye koyuldular.
O vakit Aziz Nikolaos Allah’a dua etti ve o azgın deniz sakinleşti. Fakat, çok garip bir olay ki, kaptanla tayfalar, ansızın, kendilerinin Patara’da olduklarını gördüler. O zaman Aziz Nikolaos’un ayaklarına kapandılar ve onları af etmesini ondan istediler. Tabiî ki Aziz Nikolaos onları affetti. Sonra da, bazı tavsiyelerde bulunup onlara şöyle dedi:
─ Bu kurnazlığı başkasına sakın yapmayasınız. Sonra onlara veda etti ve memleketlerine sağ salim gitmeleri için temennilerini sundu.

MUTLU KARŞILAMA

Hemşehrileri, Aziz Nikolaos’un Patara’ya geri döndüğünü görünce, yüzlerindeki o sevinç anlatılamaz kadar çoktu. Karı kızan dışarıya çıkıp onu karşılamaya gittiler. Amcası Aziz Nikolaos’u kayyum diye bıraktığı o manastırlardaki keşişler bile aşağı indiler.
Kendisine karşı besledikleri sevgiyi belirtmek için ona bahşişler ve yemekler sundular. O da sırasıyla, onları memnun etmek için, kurtuluşunu isteyen Hıristiyanların gereklerini onlara öğretiyordu. Aziz Nikolaos böyle yaşıyordu ve herkes onu över ve seviyordu. İnsanlar onun faziletini görüyor ve onu bir örnek insan olarak kabul ediyorlardı. Birçok kişi onun öğrettiklerinden faydalanıyorlardı. Geçici ve fani olanlara önem vermeyerek, kalıcı ve uhrevî olanları temenni ediyorlardı.
Alçakgönüllü olmasına rağmen, onun azizliği ve fazileti, insanlardan saklanmasına izin vermiyordu. Aziz Nikolaos, övgülerden uzak duruyordu. Ancak, birçok insanın kendisinden gördüğü faydalarla, Allah onu meşhur yaptı.

BAŞPAPAZ OLARAK SEÇİLİR

Patara yanında, Mira denilen bir şehir vardı. O şehrin başpapazı öldüğü zaman, güzel ve lâyık bir başpapaz arıyorlardı. Mira bölgesi papazları ve piskoposları bir araya gelerek başpapaz tayini konusunu ele aldılar. Herkes fikrini söyledi. Ancak, orada olan piskoposlardan bir tanesi kalkıp şöyle dedi:
─ Ey aziz cemaat! Beni dinleyiniz. Başpapaz için tavsiye ettiğimiz bu kişiler, bizim açımızdan iyidirler. Ancak, Allah’a da bir yalvaralım, bakalım Allah kimi seçecektir!
Piskoposlar bunları duydukları vakit çok memnun kaldılar. O gece, herkes, kimin uygun ve lâyık olduğunu göstermesi için Allah’a yalvardılar. Fakat, o gece, herkes uykusunda aynı rüyayı gördü. O gece, Allah’ın meleğinin gelip onlara şöyle dediğini gördüler:
─ Piskoposlar, niye yoruluyorsunuz? Lâyık olan başpapaz sizin yanınızdadır. Şimdi kiliseye gittiğiniz zaman, akıllı ve dindar bir kişinin geldiğini göreceksiniz. Onun adı Nikolaos’tur. Onu Metropolit yapasınız. O kişi, Allah’ın istediği şekilde halkı idare etmeğe-gütmeğe lâyık adamdır.
Gerçekten de, sabah kiliseye gittikleri vakit, birbirlerine ne gördüklerini anlattılar ve meleğin kendilerine göstermiş olduğu kişiyi görmek için beklemeye başladılar.
Fakat, şöyle düşünceli bir durumda beklerlerken, ibadet etmek için bir kişinin kiliseye girdiğini görürler. O kişi de Nikolaos idi.
O zaman, kendilerine böyle bir din adamı veren Allah’a şükrettiler. Onu başpapaz olarak tayin ettiler ve halka dediler:
─ Kardeşler, Allah tarafından gönderilen bu din adamı başpapazı kabul ediniz.
Şimdi Aziz Nikolaos, ruhunu hizaya getirmesi için çok çalışıyordu. Acı çekiyor, sabahlara kadar uyumaz, oruç tutuyor ve dua ediyordu. Aziz Nikolaos başpapaz olduğu zaman, hayırseverlik faaliyetleri şimdi daha da büyümüştü. Her zaman sessiz sedasızca hayır işleri yapar ve sadakalar veriyordu. Yaptıklarını, en yakınları tarafından bile bilinmemesine özen gösteriyordu. İmaret, misafir evi, hastane ve daha birçok hayır kurumları yaptırdı. Tabiî ki kendisi sakin, uysal, alçakgönüllü ve temiz ruhluydu. Ancak, gerektiği yerde ve zamanda, lâzım olan ciddiliği de gösteriyordu. Küstahlık ve kabalık edenlere, ruhanî bir önder olarak sopayı göstermeyi de biliyordu. Birçok defa, dul kadınları, öksüzleri ve kimsesizleri desteklemek için, haksızlık işleyen zenginleri korkutmasını ve kontrol etmesini de biliyordu. Fakat, bunlar o kadar çoktular ki, insan bunları anlatamaz.

HAPİSHANEYE KAPATILIYOR VE SONRA DA SALINIYOR

Fakat, ikrar edici tacını da giymesi gerekiyordu. M.S. takriben 300 yılında, iki tane vahşi canavar, iki tane Hıristiyan düşmanı imparator, Dioklitianos ve onun damadı olan Maksimianos vardı. Bunların ikisi Hıristiyanlara karşı çekilmez acılı savaş açtılar.
Sert, insanlık dışı davranan ve zalim kaymakamlar yolladılar. Onlar diyorlardı ki, her kim Hıristiyan olup da İsa Mesih’i inkâr edecek olursa, o kişi imparatordan büyük şerefler alacaktır! Kim ki, Hıristiyan olup Hıristiyan kalmaya devam edecek olur da putlara saygı göstermezse, o kişi büyük ceza ve çilelere maruz kalacaktır.
Birçok Hıristiyan, Hıristiyanlığı ikrar ediyor ve korkunç çilelerle can veriyordu. Ne yazık ki, bazıları korkularından İsa Mesih’i inkâr ediyor ve putlara kurban kesiyorlardı.
Bazıları da hem korkuyorlardı ama yine de İsa Mesih’i inkâr etmek istemiyorlardı, ne de putlara kurban kesmek. Bunlar dağlara çıkıyor ve mağaralara sığınıyorlardı.
İmparatorun bu emirnameleri Mira’ya, Aziz Nikolaos’un piskoposluğuna da ulaştı. Kaymakamlar Aziz Nikolaos’u yakaladılar. Ona eziyet ettiler ve sonra da onu uzak yere sürgün edip diğer Hıristiyanlarla hapishaneye koydular.
Hapishanede Aziz Nikolaos kendi arzusuyla bu çilelere katlanmayı istiyordu. İsa Mesih’in dini için, her çeşit fedakârlığa, açlığa, susuzluğa ve işkenceye rıza gösteriyordu. Çok uzun zaman hapishanede kaldı. Tam altı yıl. Hapishanenin içinden de, verdiği örneklerle ve yaptığı konuşmalarla, Hıristiyanların, dinlerinde sabit kalmalarını tavsiyesinde bulunuyordu.
O zalim ve dine saygısı olmayan imparatorlar öldükleri vakit, bilindiği üzere, Azize Eleni’nin oğlu olan ve çok da ileri derecede Hıristiyan olan Megas (Büyük) Konstantinos imparator oldu. O, tahta geçer geçmez, tüm hapishanelerde olan Hıristiyanların salıverilmelerine emir verdi. Hapishanelerde olan bütün Hıristiyanlar tahliye edildi ve onlarla beraber Aziz Nikolaos da dışarı çıktı.
Manevî evlâtlarına geri dönen o dinî lider yine Mira piskoposluğunu eli-ne aldığı zaman, bölge halkının sevinci tasvir edilemez kadar çoktu. Binlerce halk, karı, çocuk ve din adamları onu karşılamaya çıktılar. O zaman Aziz Nikolaos sevinç gözyaşları dökerek aşağıdaki şu tevazu dolu sözleri söyledi: “Keşke bu dinî lider, böyle bir cemaate birazcık olsun lâyık olabilseydi”.

ŞEYTANLARI KOVUYOR

Büyük Konstantinos zamanında kiliseler yeniden inşa edilmeğe başlandılar. Fakat, Mira ve diğer yerlerde olduğu gibi putperest sunakları ve putperest ibadet yerleri mevcuttu. Bunlar, şeytanların gerçek yuva ve oturma yerleriydiler. Ne yazık ki, insanlar da, Allah’a ibadet edecekleri yerde, şeytana ibadet ediyorlardı. Orada saklanan şeytan ise hem orada hem de diğer yerlerde şeytana tapmayı mecbur kılıyordu.
Aziz Nikolaos, bu tapınakları sadece duasıyla yerle bir ediyordu. Mira’da, Artemis adına yapılmış olan büyük bir putperest sunağı vardı. O, diğer sunaklardan farklı biçimde yapılmıştı, hem genişlikte ve hem de yükseklikte. Aziz Nikolaos bu tapınağı da yok etmek istedi. Onun için de orada, onun önünde durdu ve dua etti. Ve işte mucize! Hemen o sunak ve heykeller, sonbahar yaprakları gibi yere düşmeğe ve paramparça olmağa başladılar. Mühim olanı da, oradaki şeytanlar da oradan uzaklaşıyorlardı. Hattâ, bunlar buradan uzaklaşırlarken, şeytanların şöyle dediklerini insanlar işitiyorlardı:
─ Bize haksızlık ettin adaletsiz insan! Bizim hiçbir suçumuz yoktu. Bizi, evimizden neden kovuyorsun? Bizim evimiz buradaydı ve insanlar bize ibadet de ediyorlardı. Ve, şimdi biz nereye gidelim?
Fakat, Aziz Nikolaos onlara dedi:
─ Cehennemin dibine gidiniz.


BİRİNCİ EVRENSEL SİNODTA ARİOS’A TOKAT ATIYOR

O zamanlarda, İskenderiye’de, Arios adında kültürlü bir kişi zuhur etti. İskenderiye patriği Aziz Petros bu adamı diyakoz olarak tayin etti. Ancak bu adam, tayin edilişinden sonra sapık mezhep fikirleri dökmeğe başladı. Diyordu ki: “İsa Mesih gerçek Tanrı değil de Allah’ın yaptığı-yarattığı biridir”.
Başpapaz bunu öğrendiği zaman, onu diyakoz görevinden azledip oradan kovdu. Ancak, Aziz Petros’un vefatından sonra, Ahillas adında biri patrik görevini üstlendi. Ahillas, Arios’u doğru yola getirdikten sonra, onu İskenderiye başpapazı olarak tayin etti. Ve, Ahillas yaşadığı müddetçe, saygısız Arios uslu duruyordu. Ancak, Ahillas vefat edip Aziz Aleksandros patrik olur olmaz, Arios, yine o bilinen sapık mezhep fikirlerini yaymağa başladı.
O zaman Patrik onu yerinden aldı ve ona lânet okudu. Ancak o, sapık fikirlerini yaymağa devam ediyordu. Kendisinde var olan yüksek eğitim ve kurnazlığıyla bazı Başpapazları da kendi fikirlerine çekmeği başardı: İznik Başpapazı Evsevios’u, Tiros Başpapazı Pavlos’u, Kayseri Başpapazı Evsevios’u ve bir sürü din adamını sürükledi. Bu sapık mezhep, bulaşıcı bir hastalık gibi, İskenderiye’den her tarafa yayılmaya devam ediyordu. Tüm Mısır’a, Afrika’ya, Filistin’e, Küçük Asya’ya, Yunanistan’a ve İstanbul’a.
Bu melûn kişi kiliseye büyük bir çalkantı getirdi. Her yerde tartışma, her yerde bir karışıklık ve birçok insan da doğru yoldan ayrılıyordu. O zaman, Aziz Konstantinos, bu kötü yola bir son vermesi için, İznik’te, Birinci Evrensel Sinod’u topladı. Orada 318 Aziz Peder toplandı ve ortalarında da Aziz Konstantinos vardı. Orada, büyük bir heyecanla Arios da duruyordu. Tartışma başladı. Orada, karşı çıkılamaz argümanlar, epikeremler ve çok ateşli sözler işitildi. Tüm bunlar, Arios’un sapık mezhebini çırılçıplak bıraktılar. Ancak, o hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Aziz Spiridon’un kiremitle Teslis inancı kerametini de gördüğü hâlde, şeytan tarafından çarpılmış olan bu kişi, hitabetiyle orada bulunan Aziz Pederlerin kafalarını karıştırmağa ve ağızlarını kapatmağa çalışıyordu.
İşte tam o sırada, Aziz Nikolaos’u kutsal bir infial sardı. Aziz Nikolaos yerinden kalktı, Arios’a yaklaştı ve ilâhî bir şevk içerisinde ona çok kuvvetli bir tokat attı. Arios krala bu durumu şikâyet etti:
─ Ey adil Kral, sizin gözlerinizin önünde bana tokat atması doğru ve âdil midir? Eğer epikeremleri, argümanları varsa, diğer pederler gibi o da konuşsun. Fakat, kendisi cahil ve bilmiyorsa, işte o zaman da sussun.
Tabiî bu durum Krala kötü göründü ve Başpapazlara şöyle dedi:
─ Aziz Pederler, kanun diyor, kral önünde birini vurmağa kalkan eli kesesiniz. Ancak, bu duruma, sizin azizliğiniz karar versin diyorum.
İşte o zaman Başpapazlar cevap verdiler:
─ Majesteleri, Başpapazın yaptığı bu hareketin doğru olmadığını itiraf ediyoruz. Ancak, şu anda sizden rica ediyoruz, onu şu sinodtan uzak-laştıralım ve onu hapse atalım. Üstüne de, Sinod sonunda onun için bir kınama da çıkaracağız.
Sonra da, Aziz Nikolaos’a bu yaptığı hareketi yüzünden kendisine sert uyarı ve tavsiyelerde bulunduktan sonra da Başapapazların giydikleri o omuz atkısını kendisinden aldılar. Ancak gece, hapishanede, İsa Mesih ile annesi Meryem ana göründüler:
─ “Nikolaos, niçin hapishanedesin ?” diye kendisine sordular.
─ Cevap olarak da: Sizin sevginizden dolayı.
─ İsa Mesih ona dedi: “Haydi, sen bunları al” ve kendisine bir İncil ile bir omuz atkısı verdi.
Ertesi gün bazıları gidip ona yemek götürdüler. Ancak, kendisinin o hapishane prangalarından çözülmüş olduğunu buldular. Üzerinde de omuz atkısını giymiş bir durumda ve elindeki Kutsal İncil’i okuyordu.
─ “Sen bunları nereden buldun?” diye kendisine sordular.
Aziz Nikolaos da tüm gerçeği kendilerine söyledi. Kral bunu öğrendi ve Aziz Nikolaos’u hapishaneden çıkardı. Kral kendisinden onu affetmesini ve pederler de Aziz Nikolaos’tan özür dilediler. Belki de, Birinci Evrensel Sinod tutanaklarında, Aziz Nikolaos’un adının ve imzasının bulunmaması, onun hapishaneye atılmış olmasındandır.
Sinod sonunda, tüm Başpapazlar memleketlerine döndüler. Aziz Nikolaos da Mira denilen yere döndü.
İleri yaşının getirdiği duruma rağmen, yine de, kendi cemaatinde Hıristiyanlığın ilerlemesi için ve hayır işlerindeki faaliyetlerini yoğun bir şekilde sürdürüyordu.

TAİFALILAR

Frigya bölgesinde, Helen olmayan bir ırk vardı. Onların adına Taifalılar deniliyordu. Onlar baş kaldırdılar. Kendi krallıklarını kurdular. Büyük Konstantinos’un imparatorluğundan ayrıldılar.
Büyük Konstantinos, bunların ayrıldıklarını duyunca, oraya çok önemli üç tane generalini gönderdi: Nepotianos, Ursos ve Erpilion generallerini yolladı. Bu baş kaldırmayı önlemek için, üç generale oldukça da asker verdi. Gemilere girdiler ve Mira’da, Adriaki denilen bir limana çıktılar. Hava çok kötü olduğu için, iyileşene kadar orada kaldılar.
Ancak, askerleri, sözüm ona, ekmek almak için şehre girdiler. Fakat, bu askerler, yağmacılık ve hırsızlıkta oldukça başarılıydılar. Onun için de önlerinde bulduklarını alıp kaçıyorlardı. Bu olaydan dolayı, Mira çarşısında büyük bir karmaşa ve bıkkınlık meydana geldi. Aziz Nikolaos bu olayı öğrenir öğrenmez, hemen limana gitti. Orada generalleri buldu ve kendilerine dedi:
─ Siz askerlerinize, Krala bağlı olan şehirdeki vatandaşların eşyalarını yağmalamaya niçin izin verdiniz?
─ “Biz, bu senin dediklerinin hiçbirinden haberdar değiliz” diye generaller cevap verdi. Baş kaldıran Taifalilar’ı bastırmak için Kral bizi gönderdi.
─ Madem ki Kral sizi, isyan bayrağını çeken o Taifalılar’ı bastırmağa yolladı, öyle ise, Kralı seven bu insanları, Krala karşı bir düşmanlık uyandırmaya neden sebep oluyorsunuz?
Aziz Nikolaos’un bu sözleri, generalleri korkuttu ve kendisine şöyle dediler:
─ Aziz Nikolaos, bu karışıklığı meydana getiren kimdir?
─ “Sizsiniz!” diye cevap verdi. Askerleriniz, çarşıdaki fakir esnafın mallarını yağmalamaya izin veren sizlersiniz. Suç sizde.
Generaller hemen çarşıya gidip yağmacılık yapan askerleri yakaladılar ve bazılarını dövdüler bile. Sonra da onları askerî kışlalara kapattılar. Bu hadiseden sonra bir sükûnet hasıl oldu. Aziz Nikolaos o vakit o generalleri Metropole (baş kilise) aldı. Onları orada iyi bir Peder gibi ağırladı ve sonra da memnun bir durumda o generalleri Mira limanına kadar uğurladı.

İDAM MAHKÛMLARI

Generaller oradan ayrılmak için gemilere bindiler ve Aziz Nikolaos da şehre geri döndü. Ancak, orada kadın erkek ağladıklarını görür. Onlar, akrabalarından üç kişiyi kurtarmak için acele etmesini istiyorlardı.
Oranın yöneticisi olan Efstathios, haksız olarak, bu üç kişiyi ölüm cezasıyla cezalandırmıştı. Bu da, düşmanları tarafından rüşvet karşılığında olmuştu. Aziz Nikolaos bu haksızlığı fark etmişti. Onun için de, generallere yetişmek için limana geri döndü. Ne mutlu ki onlara yetişti. Onunla beraber geri dönmeleri için onlara ricada bulundu. İdam mahkûmlarını kurtarabilmek için de, imkânı olduğu kadar hızlı koşuyordu.
Yolda rastladığı insanlara, mahkûmların cezasının infaz edilip edilmediğini heyecanla soruyordu. Onların hâlâ canlı olduklarını görünce, derin bir nefes aldı. Cellât, idam mahkûmunun başını tam da uçuracağı bir anda, Aziz Nikolaos, o cellâdın elindeki kılıcı almak için hızla yanına koştu ve o kılıcı cellâdın elinden aldı. Sonra da onları çözdü ve kendilerini serbest bıraktı.
Tabiî ki bu olay, yıldırım hızıyla tüm şehre yayıldı. Efstathios, ne olduğunu görebilmek için atına bindi ve o tarafa gitti. Fakat, yolda, üç generalle birlikte Aziz Nikolaos’u gördü. Bu üç kişiyi rüşvet karşılığında, haksız yere ölüme mahkûm ettiği için kendisine son derece sert uyarılarda bulundu.
Sonra da o, kendisini temizlemesi için, memleketin ileri gelenlerinden Simonidis ile Evdoksios onlar için suç duyurusunda bulunduklarını söyledi. Onun için de böyle karar çıkardığını ekledi. Aziz Nikolaos, bu üç generalin önünde, bu olayı, Büyük Konstantinos’a iletip şikâyette bulunacağını söyledi. Bunu da, kaymakamının haksızlık yaptığını ve rüşvet aldığını öğrenmesi için yapacağını söyledi.
Efstathios bunları işitir işitmez, kendisini bir korkudur sarıverdi. Aziz Nikolaos’un ayaklarına kapandı. Ondan onu affetmesi ricasında bulundu. Yaptığı haksızlığı tümüyle ikrar etti. Aziz Nikolaos onu gerçekten de affetti. Bunlardan sonra o generaller Frigya’ya gittiler. Taifalılar’ı sükûnete kavuşturdular ve kendileri de İstanbul’a geri döndüler. Kral, onlar için resmî geçitler düzenleyerek onları onurlandırdı, bahşiler verdi ve kendilerini de terfi etti.

AZİZ NİKOLAOS GENERALLERİ KURTARIYOR

Ancak, sarayın bazı kıskanç insanları, kralın kayyumu olan Avlavios’a gidip şöyle dediler:
─ Üç generalin ne yaptıklarını gördün mü? Kral, generalleri, Taifalılar’ı sükûnete kavuşturmak için yollamıştı. Onlar ise, orada onlarla anlaştılar ve şimdi de, askerleri ve Taifalılar’ı da bu işe sürükleyerek, Krala karşı baş kaldırmayı düşünüyorlar. Böylece de, sonra idareyi onlar alacaklardır.
Avlavios bunları duydu ve bu işi nasıl yürüteceğini düşünmeğe başladı. Fakat, iftirayı atanlar, para olmadan hiçbir şeyin olmayacağını gördüklerinde, ona yüklü bir rüşvet verdiler. O da, Kral hiçbir şey bilmeden onları hapse attı. Onlar da sebebini bilmeden hapishanede kapalı kalmaya devam ediyorlardı.
İftira edenler, hem Avlavios hem de Kral tarafından yaptıkları yalancılığın öğrenilmesinden korkuyorlardı. Onun için de, Kralın kayyumuna daha fazla para getirdiler ve üç generalin derhâl öldürülmelerini istediler. Dediler ki, Taifalılar ile anlaşıp onları hapishaneden çıkarma tehlikesi vardır! İşte o vakit, Avlavios Krala gitti ve ona şöyle dedi:
─ Majesteleri, sizin imparatorluğuz tehlikededir! Taifalılar’ı yatıştırmak için göndermiş olduğun o üç general, Nepotianos, Ursos ve Epilion, senin emrini yerine getirecekleri yerde, senin krallığını yıkmak için darbe hazırladılar! Onları ben hapse kapattım. Ancak, bundan sonraki karar sana aittir. Bunlardan nasıl kurtulabileceğini artık sen düşün. Bunu da, diğerleri de görüp akıllansınlar diye...
Kral bunları duyar duymaz ve de Avlavios’un gerçeği söylediğine inandığı için, ertesi gün bu üç generalin başlarının kesilmesi emrini verdi. Avlavios kararı yazdı ve onlara kararı bildirmek için birini gönderdi. Gardiyan, kararı onlara şöyle diyerek bildirdi:
─ Yarın başlarınız kesilecektir. Vasiyetinizi yazınız. Servetinizi ve ailelerinizi artık en kısa zamanda ayarlayınız.
─ “Niçin?” diye birbirlerine sordular. Kral ve Allah’a ne yaptık ki ölüme mahkûm olunduk? Bu karar hangi suçumuz için çıkarılmıştır?
─ Nepotianos da dedi ki: “Artık vardığımız bu noktadan sonra bizi insan eli kurtaramaz. Fakat, düşününüz bir kere, ne oldu, Mira’da, haksız yere üç kişiyi öldürmekten Aziz Nikolaos kurtarmıştı. Bu aziz bir kişidir. Bize yardım edebilecek hiç kimsenin olmadığını o bilecektir. Ve bizi serbest bıraktıracak kimse de yoktur. Bizim sesimiz artık kesildi. Burada içeride bizim dilimiz bağlandı ve o artık bir işe yaramaz. Biz, bir insana yalvaramıyoruz. Gelin Allah’a ve Aziz Nikolaos’a yalvaralım. Olur ki bizim sesimizi işitirler ve bizi buradan kurtarırlar. Çünkü, biz gerçekten suçsuzuz.
─ “Allah’ım” dediler dualarında. Sen, babamız Nikolaos’un Allah’ısın. Mira’da haksız yere öldürülmekten üç kişiyi kurtaran sensin. Yetiş Allah’ım! Sana yalvarıyoruz. Çünkü, yarın bizi öldürecekler. Bizi, düşmanlarımızın ellerinden kurtar!
Bütün gece böyle duada bulundular.
Ancak, bu gecenin sabaha karşı olan bir zamanında, Aziz Nikolaos, Büyük Konstantinos’a görünür ve ona der:
─ Kralım, bu üç erkek kişiyi öldürmek istiyorsun! Dikkat et! Sakın bunu yapmayasın... Çabuk kalk ve onları serbest bırak. Yoksa bunun aksine, Allah senin canını alması için duada bulunacağım.
─ “Beni korkutan sen de kimsin?” dedi kral. “Böyle bir saatte saraya nasıl girebildin?”.
─ “Ben, Mira Başpapazı Nikolaos’um”, diyor kendisine. “Üç kişiyi haksız yere öldürülmekten kurtarmak için, beni Allah göndermiştir”.
Kral hemen uyandı.
Aziz Nikolaos, kayyum Avlavios’a da gitti ve ona dedi:
─ “Avlavios, ahmak akıllı, neden para alıp o üç suçsuz kişiye haksızlık ettin? Çabuk onları serbest bırakasın. Aksi takdirde, Allah’a yalvaracağım ve Allah da senin canını alacaktır”.
─ “Kimsin sen?” diye sordu Avlavios.
─ “Ben Nikolaos’um. Mira Başpapazı ve Allah’ın kuluyum”, dedi Aziz Nikolaos.
O vakit Avlavios uyandı. Rüyanın ne anlama geldiğini düşünmeğe başladı. Fakat, Büyük Konstantinos tarafından gönderilen kişiler oraya vardılar ve ona dediler:
─ “Koş, seni Kral arıyor”.
Derhâl Krala gitti. O da gördüğü rüyayı ona anlatmağa başladı.
─ “Majesteleri” diyor Avlavios. Ben de aynı rüyayı gördüm ve ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Buraya üç generali getirip onları bir sorgulayalım bakalım ve bu meseleyi inceleyelim.
Üç generali Kralın önüne getirdiler ve Kral onlara dedi:
─ “Bu korkunç rüyaları görüp uyuyamadığımıza göre ne sihirler yaptınız?”.
Onlar, birbirlerine bakarak ağlamağa başladılar. Sonra da Kral, korku ve gözyaşlarından dolayı konuşamadıklarını ve cevap veremediklerini görünce onlara karşı yumuşak konuşmağa başladı:
─ “Arkadaşınız olan ben Krala, hiç korkmadan anlatınız”.
O vakit cesaret aldılar ve ona dediler:
─ Majesteleri, biz sihirden falan anlamıyoruz. Ne de bir zaman aleyhinde bir şey söyledik. Allah şahidimizdir. Ve dahi, eğer biz, senin krallığın aleyhine bir şey düşünmüş isek, yemin ediyoruz, bizi yok edesin. Ne biz ne de ailelerimize acı! Anne ve babalarımızdan, önce Allah’a sonra da krala saygı etmemiz için emir almış durumundayız. Onun için de, Frigya’da, Taifalılar’a bizi gönderdiğiniz zaman, her şeyi hiçe saydık ve Allah’ın yardımıyla, bize vermiş olduğun görevi yerine getirdik. Ve sonra da bizi şereflendireceğini ümit ederken, şimdi de bakıyoruz ki, şereflendirmek şöyle dursun, işin ucunda ölüm var!
Kral bunları işitir işitmez, kalbi yumuşadı ve tatlı bir dille şöyle dedi:
─ Bana söyler misiniz, bu akşam hapishanede hangi azizin yardımını dilediniz?
─ Majesteleri, biz Allah’a şöyle bir duada bulunduk:
─ Allah’ım, Sen, Pederimiz Nikolaos’un Allah’ısın. Ki o, Mira’da, üç kişinin haksız yere öldürülmelerini önleyip onları serbest bıraktırdı. Sen bizi kurtar.
─ “Sizin dediğiniz bu Nikolaos da kim oluyor?”, diye kral sordu. Ve, Mira’da, bu üç kişiyi nasıl kurtardı?
O vakit, Nepotianos, meseleyi tüm detaylarıyla kendisine anlattı.
─ Majesteleri, gözlerimizle görmüş olduğumuz şey, yani, Mira’da üç kişiye Aziz Nikolaos’un yaptığı, Aziz Nikolaos’un duasıyla Allah’a yalvarmaya sebep oldu.
Kral bunları işitir işitmez, kendilerine dedi:
─ Ben sizin hayatınızı bağışlıyorum. Ancak, siz, o Aziz Nikolaos’a bunu borçlusunuz. Onun için de derhal oraya gidiniz ve sizi rahip yapsın. Onun sözünü dinlediğimi ve beni artık korkutmaya son vermesini söyleyiniz.
Kral, onlara, Aziz Nikolaos’un hizmet verdiği kiliseye götürmek için, bir altın İncil, değerli taşlarla süslenmiş olan altın bir tütsülük ve iki tane de büyük mum hediye etti.
Onları aldılar, Aziz Nikolaos’a götürdüler ve kendileri de keşiş oldular. Servetlerini kiliseye, fakirlere ve akrabalarına verdiler.

AZİZ NİKOLAOS DİREKSİYONDA

Aziz Nikolaos daha hayatta iken başka keramet de gösterdi.
Yolculukları esnasında, bazı denizciler, boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardı. Fakat, bu denizciler, Aziz Nikolaos hakkında bir şeyler duymuş olup o tehlikeli anda ondan yardım dilediler.
─ Aziz Nikolaos, bize yardım et, boğuluyoruz. Hemen o anda Aziz Nikolaos ortaya çıkıyor, direksiyona geçti ve onlara şöyle dedi:
─ Korkmayınız! Ben sizinle beraberim. Benden yardım dilemediniz mi? Ben size yardım etmeğe geldim.
Kısa süre sonra rüzgâr durdu. Deniz sakinleşti ve Aziz Nikolaos da ortadan kayboldu. O vakit denizciler dedi:
─ Mira limanına gemiyi yanaştıralım. Sonra da Aziz Nikolaos’a teşekkür için gidelim. Bu arada onun yüzünü de görmüş oluruz. Çünkü, o zamandan beri onun yüzünü de görmemişizdir.
Mira’ya varıp karaya çıktıklarında sordular:
─ Başpapaz nerededir?
─ Şu anda papazlarla birlikte kiliseye gitmektedir.
Ona yetişmeleri için o anda koştular. Kiliseye girdiler. Fakat, hemen Aziz Nikolaos’u tanıdılar. Denizde gördükleri gibiydi. O vakit onun ayaklarına kapandılar ve ona dediler:
─ Allah’ın kulu, bizi kurtardığın için sana teşekkür ediyoruz. Çünkü, eğer bize yetişmeseydin, biz şimdi boğulmuş olacaktık.
Fakat, Aziz Nikolaos, basiret sahibi olup bunu Allah’tan aldığı için, kalplerinin temiz olmadığını görmüş oldu. Onun için de aşağıdaki tavsiyeleri kendilerine verdi:
─ Evlâtlarım, kalplerinizi muayene etmenizi ve düşüncelerinizi gözden geçirmenizi rica ediyorum. Sadece Allah’ın istediğini yapasınız. İnsanlardan saklanabiliriz. Ama Allah’tan asla saklanamayız. “İnsan yüze bakıyor, Allah ise kalbe bakıyor”. Pavlos diyor ki: “Bedeninizi kirletmeyiniz. Çünkü, siz, Allah’ın mabedisiniz. Kim de Allah’ın mabedini bozuyorsa, Allah da onu bozar”. Eğer siz Allah yolunda giderseniz, o vakit, Allah size her zaman yardımcı olacaktır.
Denizciler, Aziz Nikolaos tarafından boğulmaktan kurtarılışlarından daha çok, onlara verdiği nasihatlerden faydalandılar ve oradan ayrılıp memleketlerine gittiler.

AZİZ NİKOLAOS’UN VEFATI

İçerisindeki azizlik, onun yüzüne yansıyordu. Bir kişi, onun aziz yüzünü bir defa da görmüş olsa, Aziz Nikolaos’u birçok insan içerisinde tanıyabilirdi.
Aziz Nikolaos’un yüzü o kadar parlak, o kadar düşünceli, o kadar görkemli ve o kadar ciddi idi ki, birçok defa, onu yolda görenler, kendilerine herhangi bir şey söylemeden bile Allah’ın yoluna dönmüş oluyorlardı. Aziz Nikolaos’un olması ve bulunması onları ikna ediyordu.
Üzgün durumda olup ona şikâyetlerini söylemeye gidenler, Aziz Nikolaos’u tek bir görmekle üzüntüleri gidiyor ve yerini sevinç alıyordu.
Fakat, Aziz Nikolaos da bir insandı ve günün birinde o da bu dünyadan göç etmek zorundaydı. M.S. 330 yılında bir gün Aziz Nikolaos bir zaman hasta oldu ve sükûnet içerisinde vefat etti. Ancak, vefat etmeden evvel, dua ettiği bir anda, başını gökyüzüne kaldırdı ve onun aziz ruhunu almaya gelen melekleri gördü. O vakit Davut’un mezmurunu okudu: “Allah’ım, ümidim Sen’sin”. Sonra da, “Allah’ım, ruhumu Sen’in eline teslim ediyorum”, dedikten sonra gözlerini hayata kapadı. Tarih, M.S. 6 Aralık 330 idi.
Onun ölümü çok derin üzüntü yarattı. Gözyaşları bol bol aktı. Mira’da ağlamalar, sızlamalar ve yakınmalar. Cenaze töreni de çok görkemli ve muhteşem oldu.
Yer yüzünde, böyle bir öğretici ve dinî lideri kaybettikleri için ağlıyorlardı. Gökyüzünde ise, melekler, başmelekler, azizler, şehitler ve öğreticiler bayram yapıyorlardı. Çünkü, onlar böyle bir azize kavuşmuşlardı. Aziz Nikolaos’un aziz ruhu kasideler eşliğinde gökyüzüne Allah’ın Krallığına yükseldi. Hayatında yaptığı hayır işlerinin karşılığını da görmeye başladı.
İkinci Evrensel Sinod’ta, kilise, havarilere eşit bir şekilde, Aziz Nikolaos’u en büyük ve en meşhur olan azizlerin listesine koydu. Onun için de her Perşembe, havarilerle beraber anısı kutlanmaktadır. İnsanlar da, bu günde, kilisedeki ilâhilerle ondan yardım dilemektedirler.

AZİZ NİKOLAOS’UN AZİZ NAAŞI

Aziz Nikolaos’un sevimli ve cazibeli naaşı Mira’ya konuldu. Hıristiyanlar orada, kerametler yaratan Aziz Nikolaos’un anısına büyük bir kilise yaptırdılar. Onun bedeninden ise çok güzel kokulu tedavi edici özelliği olan yağ çıkıyordu. Onun için de Aziz Nikolaos’a “güzel koku çıkaran” deniliyor.
1118 yılında, Aleksios Komninos zamanında, Araplar, birçok şehrin boşalmasına sebep oldular. Bunların yanında Mira da vardı.
Sadece Piskoposluk ve Aziz Nikolaos kilisesi kalmıştı. Onlar da 1460 yılına kadar manastır olarak kaldılar.
İstanbul’un fethinden sonra, İtalya’nın Bari şehrinden Papa papazlarından bir papaz, Aziz Nikolaos’un mübarek naaşını oraya nakletmek istedi. Onda imkânlar vardı ve üç tane gemi bu iş için hazırladı. Bu kadar sevilen bir aziz olan Aziz Nikolaos’un naaşını almak için Mira’ya ulaştılar. Müslümanların o şehirden uzaklaşmalarından faydalandılar. Aziz Nikolaos’un kilisesine gece vakti gittiler. Aziz Nikolaos’un mezarını açtılar, naaşını aldılar ve koşarak oradan uzaklaştılar. Sonra da, oradaki insanların haberi olmadan, gemilerine bindiler ve oradan uzaklaştılar.
İtalya’nın Bari şehrinde Aziz Nikolaos adına bir kilse inşa ettiler. O kilise hâlâ orada mevcuttur.
Daha sonraları, Aziz Nikolaos’un naaşını Papa Ruslara sattı. Bu da, Aziz Nikolaos, Papa din adamları tarafından değil de Ortodoks din adamları tarafından liturya yapılmasını istediği içindir.
Aziz Nikolaos’un naaşına iki Papa din adamı liturya yapmak istedi. Ancak, bunların dili tutuldu. Papa da, bu kötü olayın açığa çıkmasından korktuğu için, Aziz Nikolaos’un naaşını Ruslara sattı.
Sonra da Ruslar, Aziz Nikolaos’u Kiev’de birçok parçaya böldüler. Aziz Nikolaos’un naaşından İngilizler de aldılar, çünkü, onlarda da, yaptığı kerametlerden ötürü, çok saygın bir yeri vardır.
Papa, Aziz Nikolaos’un sağ elini elinde tutmuştu. Fakat, daha sonraları, 1520 yılında, onu Eflak hükümdarına sattı. Bükreş’te, Aziz Nikolaos kilisesinde hâlâ mevcuttur.
Oysa günümüzde, propaganda amaçlı olarak, Papa, kiliseler birliğini başarabilmesi için, yani Ortodoksluğu yok etmek için, bize, Aziz Nikolaos’un naaşını vereceğini vaat ediyor! Papa din adamlarının hilelerinin haddi hesabı yoktur!

İKİNCİ BÖLÜM

VEFATINDAN SONRAKİ KERAMETLERİ
YAĞDANLIK

Biraz önce de dediğimiz gibi, Hıristiyanlar Mira’da Aziz Nikolaos adına büyük bir kilise yaptılar.
Her yıl, o bölgeden ve diğer bölgelerden de insanlar toplanarak bayram yapıyorlardı. Bir gün, Aziz Nikolaos’un naaşına tapınmak için, uzak bir yerden bazı Hıristiyanlar, Mira’ya gitmek için bir gemiye bindiler. Fakat, şeytan, bunları önlemek için şunları devreye soktu:
Daha evvel de dediğimiz gibi, Aziz Nikolaos hayatta iken, Artemis tapınağını bir dua ile yıkmıştı. Şeytanlar oradan uzaklaştılar ve şöyle bağırıyorlardı:
─ Nikolaos, bize haksızlık ettin!...
Orada, sunaktaki bir şeytan, intikam amacıyla, Aziz Nikolaos’un kilisesine zarar vermek istedi. Şeytan, yaşlı ve fakir bir kadın şekline girdi.
O kadın, elinde yağ dolu bir yağdanlık tutuyordu. Hıristiyanların, gemiye bindikleri bir anda, o fakir kadın ortaya çıktı ve acınacak bir ifadeyle Hıristiyanlara diyordu:
─ Kardeşlerim, çok rica ediyorum, şu yağ dolu yağdanlığı alınız ve onu Aziz Nikolaos’un kilisesine götürünüz. Orada, günahlarımın affı için, bununla kandili yakınız ki içindeki yağı yansın. Ben sizinle gelemem. Ben yaşlı bir kadınım ve başım da dönüyor. Beni deniz tutuyor. Ben denizden korkuyorum. Öyleyse ne olur, lütfen şu yağdanlığımı alınız. Bu iyilik hem sizin hem de benim olacak.
Gerçekten de, şeytanın bu hile ve ustalığını bilmeyen denizciler, o yaşlı kadına acıdılar, yağdanlığı aldılar ve denizin içerisinde sessiz sedasız yolculuklarına devam ettiler.
Ancak, gece yarısı geldiği zaman, Aziz Nikolaos, geminin kaptanına görünüyor ve ona şöyle der:
─ Yaşlı kadının size vermiş olduğu o yağdanlığı, sabah olur olmaz, hemen denize atasınız. O, benim kilisemin yakılması için, şeytanın bir desisesidir. Ve dahi denizin içerisinde korkunç ve acayip bir şey görecek olursanız, sakın ha, hiç korkmayınız. Size hiçbir şey olmaması için ben size yardım edeceğim.
Sabah olduğu zaman, gece görmüş olduğu rüyayı kaptan anlattı. Sonra da, o yaşlı kadının yağdanlığını aldı ve onu denize attı. Tam o anda, denizden büyük bir alev yükseldi. O alevle beraber bir de çok duman. O duman kükürt pis kokusuna kokuyordu. Deniz, bir çukur gibi açıldı ve çok miktardaki su onu yukarıya doğru atıyordu. Gemi, batma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.
Bu olup bitenleri gören o denizciler şaşakalmışlardı. Korkularından yere düştüler, ağlıyor ve şöyle diyorlardı:
─ Aziz Nikolaos, bize yardım et! Koş, yoksa batıyoruz.
Oldukça bir zamandan sonra dalga kalmadı. Denizciler bu heyecanlı andan sonra kendilerine geldiler ve sevinçli bir şekilde Allah’a ve Aziz Nikolaos’a şükrettiler.

BOĞULMAKTAN DİNDAR BİR HIRİSTİYAN’I KURTARIYOR

İstanbul’da, dindar ve imanlı bir Hıristiyan vardı. Bu kişi Aziz Nikolaos’u aşırı derecede sever ve kendisine saygı gösteriyordu. Fakat, Aziz Nikolaos da onu çok seviyordu. Bu kişi, günün birinde, ciddi bir işi için yolculuk yapmak istedi. Önce Aziz Nikolaos kilisesine gitti ve orada yürekten dua etti.
Sonra, arkadaş ve akrabalarıyla vedalaştıktan sonra küçük bir kayığa girdi. Daha şafak sökmezden evvel, denizciler kalkıp yelkenleri çevirmek istediler, çünkü, rüzgâr yön değiştirmişti. O anda, o çok dindar kişi de, ihtiyacını gidermek için kalkmış bulunuyordu. Ancak, o vakitte tüm denizciler yelkenlerle uğraştıkları için, o dindar kişi iplere dolaştı ve denize düştü.
Bu düşen kişiyi denizden çıkarmak için denizciler hiçbir şey yapamadılar. Bu da, gece olduğu, rüzgâr sert estiği ve kayık da yeleknelriyle hızlı ilerlediği için böyle oldu. Bu kaza için hem yolcular hem de denizciler ağlıyorlardı.
Fakat, o dindar Hıristiyan, denize düştüğü zaman, giyinik de olduğu için, suyun dibine doğru batarken, Aziz Nikolaos aklına geldi ve içinden şöyle bir duada bulundu:
─ Aziz Nikolaos, bana yardım et!
Fakat, orada Aziz Nikolaos’tan yardım dilediği bir anda, kendisini ansızın evinde buldu!
─ Büyük mucize-keramet, şahane ve çok iyi bir şey. Ama nasıl olduğunu da anlayamadı. Daha hâlâ denizin dibinde olduğunu sanıyordu kendisini. Onun için de, evinde de hâlâ olduğu için değil, o sesli olarak şöyle bağırıyordu:
─ Aziz Nikolaos, bana yardım et!
Evinde olan insanlar ve komşuları da o adamın sesinden uyandılar. Uyandılar ve ışık yaktılar. Bu arada dışarıda olup da sesleri işitenler de içeri koştular.
O vakit, bir de ne görsünler, evinin ortasında durduğu hâlde bağırıyor ve elbiselerinden bol bol deniz suyu akıyordu. O zaman şaşırdılar ve sessizce duruyorlardı. Ne diyeceklerini bilemiyorlardı. O Hıristiyan ise bağırıyordu:
─ Kardeşlerim, gördüğüm bunlar da ne? Çok iyi biliyorum ki, dün akşam sizinle vedalaştım ve vapura girdim.
Rüzgâr çok iyi idi ve denizin içinde oldukça ilerlemiştik. Ancak, ben denize düştüm ve sonra da Aziz Nikolaos bana yardım etsin diye dua ettim. Ama şimdi nerede bulunduğumu bilemiyorum. Lütfen bana siz söyleyiniz. Ben şaşırıp kalmışım. Galiba benim aklım yerinde değil.
O zaman da, bunları işiten ve elbiselerinden deniz suyunun döküldüğünü gören Hıristiyanlar, bu garip keramet karşısında hayran kalmışlardı.
Kardeşlerinin kurtuluşundan dolayı seviniyorlar ve uzun bir süre “şefaat ya Rab” diyorlardı.
O dindar Hıristiyan ıslak elbiselerini çıkardı ve kuru elbise giydi. Hemen Aziz Nikolaos kilisesine doğru hareket etti. Orada tüm gece kaldı. Aziz Nikolaos ikonası önünde ağlarken, Aziz Nikolaos’a hem dua ediyor ve hem de teşekkür ediyordu.
Sabah âyini yapılması saati geldiğinde ve cemaat her defasında olduğu gibi Aziz Nikolaos’un kilisesinde toplandığında, o vakit herkes, Büyük Nikolaos’un bu kerameti hakkında olup bitenleri öğrendi.
Aziz Nikolaos tarafından kurtarılan o Hıristiyan kişi getirdiği kokular gayet iyi koktukları için ve de Aziz Nikolaos’un kilisesinin nur içinde kaldığını gördükleri için, sebebini öğrensinler diye herkes birbirine soruyordu. Sebebini öğrendikleri zaman Allah’a şükrediyor ve Aziz Nikolaos’a da teşekkür ediyorlardı.
Bu şahane keramet, tüm İstanbul çapında öğrenildi. Bu olay Kralın ve Patriğin de kulağına kadar ulaştı. Bunlar, kurtulmuş olan bu dindar ve Hıristiyan adamı Sinod’a çağırdılar. O dindar kişi herkesin önünde dikilip başından geçenleri anlattı. Nasıl, ne zaman ve hangi usulle bu şahane keramet olayının meydana geldiğini tüm detaylarıyla anlattı. Bunu duyan herkes şöyle bağırıyordu:
─ “Sen büyüksün Allah’ım ve senin yaptıkların muhteşemdir. Senin yaptıklarını anlatabilecek söz yoktur!”.
Sonra da, Hıristiyanlar, Aziz Nikolaos kilisesinde toplandılar. Orada dinsel geçit töreni ve tüm gece süren âyin de yaptılar. Allah’a şükrettiler ve Aziz Nikolaos’a şükranlarını sundular.

İSTİRİDYECİ AZİZ NİKOLAOS

Aynaroz’da, Stavronikita Manastırı denilen bir manastır vardır. Aziz Nikolaos adına yapılmış küçük ve fakir bir manastır.
Bu manastır, önceleri, Aziz İoannis Tu Prodromu adına yapılmıştı.
Fakat, ikonaklastlar zamanında, keşişler, ikona düşmanları olan ikonaklastların elleri ikonaları kirletmemesi için, birçok ikonayı denize atmışlardı. Bu ikonalardan bir tanesi de Aziz Nikolaos ikonasıydı. Bu ikona bugün için Stavronikita Manastırı’nda bulunmaktadır ve Aynaroz’un kerametler yaratan ikonalarından bir tanesidir.
Bir zamanlar, deniz korsanları bu manastırı yakmışlardı. İeremias O Paleos adındaki Patrik, Aziz İoannis O Prodromos adına o manastırı yeniden inşa ettirmek istedi.
Ustalar manastırın inşasına başladıkları bir anda, keşişler de birkaç balık tutma umuduyla ağları denize attılar. Fakat,ağları geri çektiklerinde, ağların içinde Aziz Nikolaos’un o kerametli ikonası da vardı.
Aziz Nikolaos’un alnında bir istiridye yapışık duruyordu. Bu istiridyeyi oradan almak istediklerinde, çok enteresan bir şey meydana geldi. İstiridyenin açmış olduğu yaradan kan çıkıyordu!
Bu kerametinden dolayı, Aziz Nikolaos, “istiridyeci” unvanını da almış oldu. Bu isim de günümüze kadar devam etmektedir.
O zikredilen ikona çok eskidir. O ikona resim boyalarıyla değil, o ikona mozaik tekniğiyle yapılmıştır. Bu tür mozaik usulü ikonalar, oldukça çok tapınakların duvarlarına işlenmişlerdir. Bu çeşit ikonalar Dafni’de (Atina), Aya Sofya’da (İstanbul), Thessaloniki’deki (Selânik) Aziz Dimitrios kilisesinde ve daha başka yerlerde de mevcuttur. Fakat, tahta üzerine yapılmış böyle küçük Aziz Nikolaos ikonacıkları çok miktarda bulunmaktadırlar.
Aynaroz’un eski ibadet kılavuzunda şu Aziz Nikolaos ikonası hakkında şunları yazmaktadır:
“Bu ikona denizden çıktı. Bu ikonayı, bir takım insanlar, ikonaklast zamanında denize attıkları için, uzun zaman da denizin içinde kalmış olmasından dolayı, Aziz Nikolaos’un alnında bir istiridye çıkıvermişti ki onun için de ona İstiridyeci Aziz Nikolaos denilmektedir. Çok güzel bir surette altın mozaik usulüyle yapılmıştır”.
Patrik, bu ikonanın yapmış olduğu kerameti görür görmez, yapılmakta olan o manastırı, Prodromu adına değil de, Aziz Nikolaos adına ithaf etti. O istiridyenin bir kabuğunu kilisedeki Kutsal Masa’da kutsal komünyon ekmeği için tabla hâline getirdi. Diğer kabuğunu ise, Moskova Patrikhanesindeki kilise dolabında hamail olarak bulunmaktadır.
Bu keramet, 1553 yılında meydana gelmişti.

HIRİSTİYANLIK ONA İTİBAR EDİYOR

Hıristiyanlık her sene ve her gün sevgi hisleriyle Aziz Nikolaos’a itibar ediyor ve kutluyor.
O kişi ki, şan-şöhret ve övgülerden uzak duruyordu. Ancak, aziz yaşam tarzı yüzünden en çok sevilen ve bilinen kişi oldu.
Tüm hayatı boyunca, o Aziz Nikolaos bir kutsal baş, temiz fazilet kabı, ilâhî kıstas ve parlak bir din adamı örneğiydi.
Acı çekenleri sevgiyle dinliyordu. Tüm cemaatini ahlâkıyla kucakladı. Kalbini ısıttı ve ruhunu Allah’a yakın getirdi.
Kilise şairi, kasidede, Aziz Nikolaos’u “kutsal akıl” diye adlandırıyor. Onun mevcudiyeti sakin bir limandır. Bu amca ve tatlı Rahip, Aziz Nikolaos, önce, parlak aklıyla kutsal hayatını nefsine hakim olmayla kontrol etmeyi başardıktan sonra azgın dalgaları korkutuyor ve onlara hükmedebiliyor. Ve, o dalgalar da, yumuşuyor, sakinleşiyor ve durgun bir hâle geliyorlar.
Aziz Nikolaos’un adını milyonlarca insan heyecanla anmaktadırlar. Binlerce denizci, her zor anlarında onun yardımını diliyor ve Allah ile aralarında onu arabulucu olarak koyuyorlar. Sayılamayacak kadar, binlerce insan onun huzurunda diz çöküyorlar ve ona şükranlarını sunuyorlar.
Onun adı her yerdedir. Vapurlarda, kiliselerde, ikonalarda, dualarda, sevinç ve acılarda ve denizcilerin gözyaşlarında da hep o vardır.
Memleketimizde, Aziz Nikolaos adına yapılmamış bir kilise veya kır kilisesi olmayan şehir yoktur.
Tüm dünyada özellikle Aziz Nikolaos’a saygı gösteriliyor. O, azizdir, büyüktür, kerametler gösterendir, Likia’da Mira Piskoposudur, o, NİKOLAOS’TUR.
Diliyoruz ki, onun mübarek hayatı, hepimizin düşüncelerini, isteklerini ve kararlarını yönlendirsin. Diliyoruz ki, bizi, Hıristiyanlığın fazilet ve sakinlik limanına götürsün.

AZİZE EKATERİNİ (Αγία Αικατερίνη)

( Η ΑΓΙΑ ΑΙΚΑΤΕΡΙΝΗ) AZİZE EKATERİNİ




HARALAMBOS D. VASİLOPULOS
Arhimandrit



KRAL SOYLU

Azize Ekaterini, insanlar tarafından en çok sevilen azizelerdendir. İnsanlar onun adına görkemli mabetler inşa ediyorlar. Hatipler onun için en güzel övgüler söylemişlerdir. İlâhi yazarları onun için en güzel ilâhileri yazmışlardır. En büyük azizler ressamları da onun simasıyla uğraştılar. Ressamlar da onun için en harika ikonaları yapıyorlar.
Ancak, neden bu kadar halkın sevgisini kazanmıştır? Çünkü onun başarıları büyüktü. Göreceğimiz gibi, gerçekten de, onun faaliyetleri ve yaptıkları muhteşemdi.
Azize Ekaterini, gayet çok bir elen şehri olan Mısır’ın İskenderiye şehrinde dünyaya gelmiştir. Onun ailesi, en büyük ve en sayılı ailelerdendi.
Kökeni kral ailesine dayanıyordu. O, Ptolemeos’ların, Mısır krallarının torunlarındandı. Babasının adı Konstas idi. Roma İmparatorluğunu idare edenler tarafından, Kıbrıs kaymakamı olarak tayin edilmişti. Ancak, daha sonraları, İskenderiye’ye tayin edildi. Kıbrıs’ta ise bir kardeşi kaldı. Fakat, Azize Ekaterini’nin babası vefat ettiği vakit, amcasının olduğu yere, Kıbrıs’a götürüldü. Azize Ekaterini’nin Hıristiyanlığa karşı sempati duyduğunu öğrendiği zaman onu hapishaneye kapattı. Önceleri Salamina’ya, sonra da Baf’a. Sonra da, onu oradan yine İskenderiye’ye gönderdi. Bugün için, Kıbrıs’ta, antik Salamina kentinin mezarlığına yakın bir yerde, “Azize Ekaterini Hapishanesi” denilen bir hapishane bulunmaktadır.

Şahane bir eğitim

Azize Ekaterini çok zeki olup eğitim ve öğretime çok meraklı idi. On sekiz yaşına kadar, Elen ile Roma eğitim ve ilmini son derece iyi öğrendi. Homeros ile Virgilios gibi büyük şairleri de öğrendi. Tıp okudu. Hipokrat ile Galinos doktorları okudu. Ancak, daha fazla felsefeyle meşgul oldu. Aristoteles, Eflatun, Filistion gibi ve daha başka filozofları, avucunun içi gibi biliyordu.
Dionisios ve Sivilla gibi büyük büyücü ve gizli güçlerle uğraşanlarla da meşgul oldu. Hitabet ve belagat gibi ilimleri de son derece iyi öğrendi. Birçok lisan da öğrenmişti. Edindiği bilgelik ve zekâsı o kadar üstündü ki, onu dinleyen ve gören kişi hayretler içerisinde kalıyordu.

Bekâret hayatı
Güzelliği ve yakışıklılığı son derece çoktu. Büyüdüğünde, bir taraftan güzelliği ve endamı, diğer taraftan bilgeliği ve aldığı eğitim, birçok bey, yüksek rütbeli ve zengini etkilemişti. Asker kökenliler, senatörler, kültürlü kişiler ve süper zengin kişiler, onunla evlenme teklifinde bulundular. Sadece İskenderiye’den değil, Roma’dan da onu isteyenler olmuştu.
Ancak, Azize Ekaterini, herkese, evlenmek istemediğini kibarca ve alçakgönüllülükle cevap veriyordu. Bu konu üzerinde kendisine baskı yapıldığı vakit, Azize Ekaterini, yalnız yaşamak ve hayatını bekâretiyle geçirmek istediğini söylüyordu.
Annesi ve akrabaları sosyetik düşündükleri için ona her gün baskı yapıyorlardı. Ailenin ismi kaybolmaması için kendisinin evlenmesi gerektiğini söylüyorlardı. Bu kadar güzelliği olan, böyle bir eğitim almış, bu kadar da zengin ve meşhur bir aileden gelen bir kızın bekâr kalması yazıktır, diyorlardı kendisine. Sonra da Azize Ekaterini, annesi ve diğer akrabaları onu rahatsız etmemeleri için, onlara dedi:
Dediğinize göre, diğer kızlardan daha üstün meziyetlere sahip olduğum meziyetleri olan bir genç delikanlı bulun ki onunla evleneyim. Çünkü ben, benden daha aşağıda olan birisini kabul etmem. Evet, lütfen her yerde arayınız. Fakat, tek bir meziyeti, soylu olmayışı, zenginliği, bilgeliği veya güzelliği benden az ise, bilesiniz ki onunla evlenmem.
Roma İmparatorunun oğlu ve daha başka yüksek rütbeli kişiler vardır. Bunlar hem soylu ailelerden gelir, hem de senden daha zengindirler. Sadece güzellik ve eğitimde senden biraz daha aşağıdadırlar.
Ben size demiştim, madem ki benden daha aşağıdadırlar, öyleyse onlarla evlenmeyi kabul etmem.

Münzevi önderlik eder

Annesi, Azize Ekaterini’yi evlenmesi için kandıramadığını gördüğü an, aziz, bilge ve Hıristiyan, Ananias adında bir kişiye danışmayı düşündü. Bu kişi, şehrin dışında, kimsenin olmadığı bir yerde saklı olarak, münzevi bir hayat yaşıyordu. Azize Ekaterini’yi aldı ve ona danışmaya gittiler.
Münzevi onları dikkatle dinledi. Temiz aklına, Azize Ekaterini’nin sözleri damgasını vurdu. Azize Ekaterini’nin kalbini İsa Mesih’e yakınlaştırmayı düşündü.
Ben şahane bir damat biliyorum, dedi kendilerine. Bu senin dediğin meziyetlerin tümünde seni arkada bırakır. Sen onu geçemezsin.
Azize Ekaterini bunları duyar duymaz, yüzünün rengi soldu. Azize Ekaterini sandı ki, herhangi bir bey oğlu olacak ve şimdi de reddetmekte zorlanacağına inanmıştı.
Yahu, gerçekten de böyle bir adam var mıdır?
Evlâdım, görüyorsun ki ben ak sakallı yaşlı biriyim. Hiçbir zaman da yalan söylememeye şart koşmuşumdur. Çünkü bunu bana Allah yasak etmiştir.
Madem ki iş böyle, bu gençle karşılaşıp onu görebilir miyim? Azize Ekaterini ona sordu.
Elbette ki görebilirsin. Münzevi kendisine cevap verdi. Yeter ki benim sana dediklerimi dinlemiş olasın.
Peki öyleyse, diye kendisine cevap verdi. Çünkü ben seni, saygın ve bilgili bir ihtiyar olarak görüyorum.
Bak ve dinle evlâdım. Kucağında İsa Mesih’i tutan şu Meryem ananın bu ikonasını al. Sonra da evine git. Odanın kapısını kapat ve tüm gece dua et. Meryem ana seni aydınlatacak ve sana kılavuzluk edecektir. Yarın yine gel, konuşalım.

İsa Mesih onu reddediyor

Gerçekten de, Azize Ekaterini, Meryem ana’nın ikonasını münzevi ihtiyardan alıp evine, düşünce ve sorularla gitti. Oradaki şatosunda, hiç kimse tarafından rahatsız edilmeme emrini vererek, ihtiyar münzevinin tavsiyesi gereği, odasına yapayalnız kapandı.
Bütün gece sürekli duada bulundu. Ancak, aşırı yorgunluk ve heyecandan dolayı gece yarısında kendisini uyku bastırdı. Uykusunda ne görsün!
Gökyüzünün Kraliçesini, Bakire Meryem ana’yı görür. Kucağında da İsa Mesih olduğu hâlde. İsa Mesih güneşten daha fazla aydınlık saçıyordu. Ancak, ona değil de annesine bakıyordu. Azize Ekaterini onun yüzünü göremiyordu. Ayna zamanda, rüyasında, yer değiştirdiğini de görür. Onun yüzünü ve bakışını görebilmesi için diğer tarafa gittiğini görür. Ancak İsa Mesih yüzünü başka tarafa çevirdi. Bu üç defa tekrarlandı. Üçüncü defasında, Meryem ana’nın şöyle dediğini işitir:
Evlâdım, Ekaterini kuluna bir bak. Bak ne kadar güzeldir, yakışıklıdır, parlaktır.
Hayır, diye cevap verir İsa Mesih. Çirkin, siyah ve karanlıktır. Ben ona bakamam.
Ama o, tüm filozoflardan ve hatiplerden daha bilge bir kişidir. Bu memleketin en kibarı ve en zenginidir, der Meryem ana.
Anne, ben de sana diyorum ki, cahildir, fakirdir ve horlanmaya lâyıktır. Bu bulunduğu durumda olduğu müddetçe, benim yüzüme bakmasına rıza göstermem.
Evlâdım, bu genç kızı hor görme. Senin son derece parlak yüzünü görebilmesi için kendisine yardımcı ol, der Meryem ana.
Bu ikonayı kendisine veren o yaşlı münzeviye gitsin. O kişi ona ne derse onu yapsın. Sadece bu yolla yüzümü görebilecektir. Saadetini bulacak ve tasvir edilemez bir sevinç hissedecektir.
Dediğimiz gibi, Azize Ekaterini bunları uykusunda gördü ve sarsılmış bir durumda uykusundan uyanıverdi.

İlâhî nişanlanmanın yüzüğü

O yaşlı münzeviyi karşılamak için, gece hemen hemen diğer kadınlarla başlamış oldu. Oraya vardığı zaman, gözyaşları içerisinde o yaşlı adamın ayaklarına kapanarak rüyasında gördüklerini bütün incelikleriyle anlatmaya başladı. Sonra da ondan, ne yapması gerektiği hususunda kendisine söylemesini istedi. böylece de İsa Mesih’in yüzünü görecekti.
Münzevi, fırsatı elden kaçırmadı. Hıristiyan inancı hakkında kendisine konuştu. Evrenin dinsel sırları ve insanın yaradılış gayesi hakkında da konuştu. Daha sonraları İsa Mesih için konuştu. İsa Mesih’in insan nesline gösterdiği sevgi hakkında konuştu. Gökyüzü Krallığını terk edip yer yüzüne gelişini ve her can için çarmıha gerilişini. Keza, İsa Mesih’e dönebilen insanların hissettikleri saadet için, İsa Mesih ile birleşip O’nun gelinleri olanlar için de kendisine konuştu.
Tüm bunları Azize Ekaterini büyük bir dikkatle dinledi. Azize Ekaterini’nin bilge aklı ve narin yüreği, Hıristiyan inancını içine almakta gecikmedi. Hem de vaftiz olmak istedi. O zamana kadar vaftiz edilmiş değildi. Gerçekten de, yaşlı münzevi, İsa Mesih’e olan sevgisini görünce Azize Ekaterini’yi vaftiz etti.
Şimdi mesrur bir hâlde, şatosuna gitti ve bütün gece İsa Mesih’e dua etti. O ne sevinçti. Ne saadet... Ancak kendisini uyku aldığında, yine kucağında İsa Mesih ile beraber Meryem ana’yı görür. Fakat, bu defa İsa Mesih gözlerini başka tarafa çevirmedi. Azize Ekaterini’ye tatlı ve sakin bir bakışla baktı.
Şimdi sana bu genç kız nasıl görünüyor? Diye annesi Meryem ana ona sordu.
Evet, şimdi tamam, diye cevap verdi. Şimdi parlak, meşhur, zengin ve çok bilen oldu. Eskilerden hiçbir şey üzerinde bulamıyorum. Karanlık uzaklaştı. Onun çirkinliği yok oldu. Onun fakirliğiyle cahilliği yok oldu. Şimdi o iyidir. Şimdi meziyet ve nimet doludur. Bana gelin olması için kendisine nişanlanmaya karar vermiş bulunuyorum.
O vakit Azize Ekaterini yere düştüğünü ve gözyaşları içerisinde kendisine şöyle dediğini gördü:
Ey en şanlı İsa Mesih, ben senin Krallığını görmeye lâyık değilim. Fakat, senin mütevazı bir kulun olmaya bana nasip et.
O vakit de -her zaman rüyasında- Meryem ana onun sağ kolunu tutup Azize Ekaterini’ye şöyle dediğini görür:
Oğlum, onunla nişanlanmak için yüzüğü ona ver. Ebedî Krallığına onu da lâyık gör.
Gerçekten de! İsa Mesih onun parmağına güzel bir yüzük taktı ve Azize Ekaterini’ye dedi:
“Bak, bugün seni ebediyete kadar gelinim olarak alıyorum. Bu anlaşmamayı harfiyen tut ve artık yer yüzünde başka damat almayasın”.
Azize Ekaterini, İsa Mesih’in bu sözleriyle uyandı. Sağ eline baktı ve sağ elinde, mucizevî bir şekilde, yüzüğün olduğunu görür. Oysa hayatında yüzük taktığı yoktu!
O zaman kalbi, kutsal heyecan ve ilâhî aşktan dolup taştı. O vakitten sonra kendini tamamen İsa Mesih’e adadı.
İsa Mesih’e karşı hizmette yorulmak bilmez

Azize Ekaterini’nin Hıristiyanlığa dönüşü, orada İskenderiye’de herkesin dikkatini çekti. Sözlüsü İsa Mesih’in hoşuna gidebilmesi için birçok güzel işler yapmaya çalışıyordu. Her zaman İsa Mesih’i düşünüyordu. İsa Mesih için mütalaa ediyordu. İsa Mesih için yaşıyordu. İsa Mesih için hiç yorulmadan çalışıyordu.
Hıristiyan bakire timsali oldu. Ancak, başka kızların ve de birçok kişinin putperestlik karanlığında olduklarını gördüğü vakit, Azize Ekaterini’nin kalbi sızlıyordu. Çünkü onlar İsa Mesih’i tanımıyorlardı. Onun için de, İsa Mesih’in dinini yaymak için tüm gücüyle çalışmaya başladı. Hitabeti, belâgatı ve güzel örneğiyle birçok kişiyi İsa Mesih’in dinine çekmeyi başardı. Bilhassa da kültürlü kişileri. Ağlarını oraya atmıştı: Elit tabakaya ait olan soylu ve kültürlü ailelere.
İncil sayesinde tehlike ve zahmetleri hiçe sayardı. Kutsal görevini sadece İskenderiye’de değil, etraftaki bölgelerde de görevini ifa ediyordu. O, yorulmak nedir bilmiyordu.

Tiran emir veriyor

Fakat, Azize Ekaterini’nin bu işi kolay ve tehlikesiz değildi. Azize Ekaterini’nin yaşadığı o dönemde, Hıristiyanlık sürekli ve acımasız bir kovuşturma altındaydı. Kim, Hıristiyan’ım diyorsa, kim Hıristiyanlığa inanıyorum diyorsa, sanki ölüm fermanına imzasını atıyor gibiydi. İfadelerden sonra çileler başlıyordu. Korkunç ve feci çileler. Bunlar da her zaman ölümle bitiyorlardı. Fakat, her zaman din şehitleri de vardı. Şehitlerin sesi her zaman kuvvetli işitiliyordu:
Ben Hıristiyan’ım! İsa Mesih’e inanıyorum! İsa Mesih’in mensubuyum! O’nun dini için ölüyorum!
Hıristiyanlığın bu sesleri, her gün, atalet içerisinde, vurdumduymaz ve soğumuş olan putperestlerin kalplerini sarsıyorlardı. Stadyumlarda, kamuya ait parklarda, hipodromlarda, yollarda ve her yerde, ağızlarında İsa Mesih adıyla Hıristiyanların öldüğünü görüyordun.
Bu kovuşturma, korkunç ve canavarca yapılıyordu. Ancak, Hıristiyanların da sesleri kuvvetli, ateşli ve çeliktendiler.
Hıristiyanlar düşmanından bir tanesi de Mısır yöneticisi, Maksiminos idi. Bu kişi, sadece bir ayda, Mısır’da, YÜZ SEKSEN BİN KİŞİ (180.000) Hıristiyan katletti ve yaktı. Azize Ekaterini zamanında yaşadı. Bu kişi, hissiz putlara çok saygı gösteriyordu. Keza, bu putlara, şahane bir kurban kesmek istiyordu. Onun için de, idare ettiği tüm bölgelere, şehir ve köylere emirler yolladı. Herkes kurban sunmak için başkent İskenderiye’ye gelmesini istedi. Onun o emri şöyle son buluyordu:
Kim ki, cesaret edip emrimi hiçe sayar ve başka tanrıya ibadet ederse, bilsin ki, cezam korkunç ve sert olacaktır.
Halk ve beyler kurban sunmak için başkente doğru koşmaya başladılar. Bazıları yanlarında öküzler taşıyor, bazıları koyun, bazıları keçiler ve bazıları da ne bulmuşlarsa götürüyorlardı. En fakirleri de yanlarında ne bulmuşlar ise onu getiriyorlardı. Velev ki bir tavuk bile olsa.
O iğrenç gün, kurban günü geldiği zaman, ki bir hayvan pazarını andırıyordu, önce o imansız tiran Maksiminos kurbanını sundu. Yüz otuz tane boğa kurban etti. Devamında da idareci ve daha başka rütbeli kişiler ve beylerin kurbanları kesildi. O zaman, yanan hayvanlardan çıkan dumanlarla şehir dumanlar içinde kaldı. Kebap kokusu çok uzaktan hissediliyordu. Bir karışıklık, bir korku ve bir ümitsizlik bütün şehre hakimdi.
Azize Ekaterini korkusuz
Azize Ekaterini, halkın zorla ve korkmuş bir durumda, putlara kurban sunmak için koşuştuğunu görünce çok üzüldü. O biliyordu ki, korkularından bedenlerini kurtarmak için, birçok kişi, dinlerini feda ediyor ve canlarını kaybediyorlardı.
O zaman Azize Ekaterini, bu günahtan Hıristiyanları tutabilmek için, kahramanca bir karar aldı. Bütün şehri dolaşıp, Hıristiyan olanlara, o putperest ayinlerine gitmemelerini ve o putlara kurban sunmamalarını tavsiye ediyor ve onlara cesaret veriyordu.
Ancak, putperestlere de diyordu, mantıklı ve akıl sahibi olan insan gibi bir varlığın, taştan ve ağaçtan yapılmış olan cansız ve hiçbir güçleri olmayan putlara ibadet etmek ve kurban sunmak aptalca yapılmış bir harekettir.
Tek gerçek Tanrı olan, yeri ve göğü yaratana inanın. O’nun oğluna, İsa Mesih’e inanın. O ki bizim için çarmıha gerildi.
Azize Ekaterini’nin bu cesaretinden Hıristiyanlar da cesaret alıyorlardı. Onun belagatı ve hitabetinden de birçok putperest İsa Mesih’in dinine dönüyordu.
Azize Ekaterini, İskenderiye şehrinin, sadece boğa kanları içerisinde değil, Hıristiyan kanları içerisinde de yüzeceğini önceden görmüştü. Onun için de, şatosundan yanına bazı köleleri alıp, cesaretle, Serapida tapınağına doğru yürüyordu. Orada Maksiminos diğer beylerle putlara kurbanlar sunuyordu.
Azize Ekaterini oraya tam varır varmaz, ana kapının girişinde durdu. Orada olanların gözleri Azize Ekaterini’nin üzerine odaklandı. Azize Ekaterini’nin bedensel ve ruhî güzelliği onları mıknatıs gibi çekti. Yüzü parlıyor ve gözleri ışıldıyordu. O bulunduğu noktadan, Kaymakama ciddi bir şeyler söylemek istediğini söyledi.
Maksiminos, Azize Ekaterini’nin içeri girmesine emir verdi. Ana kapının nöbetçileri onu içeriye saldılar. Azize Ekaterini, ciddi, güzel ve muhteşem bir duruşa sahip olmasıyla, içeriye doğru ilerledi. Herkes onu heyecanla takip ediyordu. Kaymakamın önünde durdu. Önce bir eğildi ve sonra da, bir kadın için çok nadir olan sabit bir sesle ona dedi:

Azize Ekaterini

Kral hazretleri, geçici ve hissiz olan putlara, tanrılar gibi ibadet etmeniz büyük bir ayıp değil midir? Bari sen, bilge olan Diodoros’a inanmıyor musun? Onun dediklerine inanmıyor musun? Sizin tanrılarınız, insan eliyle yapılmış ve hayatlarını da sefîlâne bir şekilde bitirdiklerine inanmıyor musun? O senin bilge kişin demez mi ki, ölümsüzlerin adlarını aldılar, çünkü, onlar hayatlarında kahramanca bir iş yapmışlardır? Sonra da, onları hatırlamak için, onlara bazı heykeller yapmışlardır. Siz de şimdi, sanki onlar tanrılarmış gibi, dua ediyorsunuz. Ne kötü bir durum! Daha başka bir bilge kişi olan Plutarhos. Bu şekil heykellere ibadet edenleri hor görmüyor mu?
Kralım, bu kadar canın kaybolması için, sen sebep olma. Onları karanlığa doğru sürükleme. Çünkü senin cezan ebedî Cehennem’de çok korkunç olacaktır.
Bilesin ki, siz hepiniz bilesiniz ki, gerçek Tanrı ve ölümsüz olan Allah bir tanedir. O ki, bizim kurtuluşumuz için insan olmuştur. O’nun gücüyle krallar saadet içindeler ve memleketleri idare ediyorlar. Bu Allah’ın, kurbanlara ve yanmış hayvan bedenlerine ihtiyacı yoktur. İstediği tek bir şeydir: O’nun koyduğu ilkelerini uygulamaktır. O’nun emirlerini yerine getirmektir.
Maksiminos bunları işitir işitmez, şaşakaldı. Bir an için sessiz ve düşünceye daldı. Sonra da hiddet dolu ve Azize Ekaterini’ye galip gelememenin tesiriyle dedi:
Önce kurbanlar işini bir bitirelim, sonra da senin sözlerini daha iyi dinleriz...
Kurban işi bittiği vakit, Maksiminos, hiddet dolu ve sarsılmış bir durumda saraya döndü. O cesaretli genç kızı derhal önüne getirmelerini istedi. Azize Ekaterini’yi karşısında gördüğü vakit, hiddet dolu bir durumda, kendisine sordu:
Bana söyler misin, sen kimsin ve ne demek istiyordun?
Ben, senden önce burasının kaymakamı olan Konstas’ın kızıyım. Adım da Ekaterini’dir. Felsefe, hitabet, geometri, tıp ve yabancı diller okudum. Ancak, bunların tümünü hiç sayıyorum. Bunların hepsinin yerine, ki bunlar o kadar da boş ve geçici şeylerdir, ben İsa Mesih’in peşinden gidiyorum.
Tiran, ona suskun bir bakış attı. Azize Ekaterini’nin güzelliği çok farklı bir şeydi. Ancak, bu hayranlığı esnasında, Azize Ekaterini’nin güzelliği ile alâkalı bir şey söylemek istedi. Fakat Azize Ekaterini ona hemen cevap verdi:
Ben dedi: “Ölülerin külü ve toprağım”. Toprak ve kül. Ve yine de, benim Allah’ım, (senin tanrıların, şeytanlar değil) bana değer verdi ve bana meleklere has bir yüz verdi. Bundan, benim Allah’ıma hayran kalmanız gerek. O Allah ki, toprağa ve maddeye bu kadar ahenk ve cazibe vermiştir...
Benim ölümsüz tanrılarıma kötü şeyler söyleme, dedi Maksiminos.
Hangi büyük hatada olduğunu anlayabilmen için, zavallı adam, kafandaki o sisi yok et, dedi Azize Ekaterini kendisine. İşte o zaman, Hıristiyanların Allah’ı ne kadar güçlü ve görünür olduğunu göreceksin. Sizin sahte tanrılarınızı da nasıl utandırdığını da göreceksin. İstersen de, gerçeği sana ispat edebilirim. Her zaman bunu yapmaya hazırım.
Maksiminos, tartışmada başarılı ve bilge bir genç kızla karşı karşıya olduğunu görmüştü. Onun için de, onun teklifini kabul etmekten çekindi. Azize Ekaterini’nin önünde rezil olmaktan korktu. Bunu da, şöyle diyerek, geçiştirdi:
Hükümdarın kadınlarla tartışması uygun düşmez. Ancak, bilge ve hatip insanlarımı çağıracağım ve sen de hatanı anlayacaksın. O tartışmadan sonra çıkarının farkına varacaksın ve yine tanrılarımıza döneceksin.

150 bilge insanla meydanda tartışma

Maksiminos, Azize Ekaterini’yi göz hapsinde tutmaları yönünde emir verdi. Memleketindeki tüm şehirlerde var olan bilge ve hatip insanlara mektuplar gönderdi. Mektubunda, son günlerde meydana çıkmış ve tanrılarla alay eden bir genç kızın ağzını kapatabilmeleri için, en yakın bir zamanda huzuruna çıkmalarını yazıyordu. Tanrıların işlerinin masal olmadığının ispatını istiyordu onlardan. Azize Ekaterini öyle bir iddiada bulunuyordu. Aynı zamanda, yapacakları bu iş için çok güzel para alacaklarını da yazıyordu...
Yüz elli tane seçkin hatip ve bilge insan, kültürlü insan kral sarayında toplanmış oldu. Onların oraya gelişleri, Maksiminos için bir nefes almak demekti. Kendilerine birkaç söz söylemek için, bir araya toplanmalarını istedi:
Çok iyi hazırlanmanızın gerekliliğinin altını çizmek istiyorum. Hangi usül ve hangi epikeremle karşısına çıkacağınızı düşününüz. Karşınızdakinin basit bir kadın olmadığını düşünün. Başarılı bir bilge kişi ile karşı karşıya olduğunuzu biliniz. Tekrar söylüyorum ve hatırlatırım. Dikkatlice hazırlanınız. Eğer siz galip gelirseniz, büyük armağanlar alacaksınız. Ancak, size galip gelecek olursa, o zaman vay hâlinize... Sizi bekleyen utanç ve ölümdür.
O vakit, hatiplerin en meşhuru olan biri, beye şöyle dedi:
Eğer bilgelikte, Eflatun gibi filozoftan üstün olduğunu bile düşünseniz, yine de sizi temin ederim ki, bizi mat edemeyecektir. Onun sahte teorilerini bertaraf edip onun onurunu yerle bir edeceğiz...
Maksiminos, hatibin bu sözlerini işittiği vakit sevincinden uçuyordu. O genç kızın bilgeliğini ve hitabetini yerle bir edecek uygun vaktin geldiğine inanmıştı. Maksiminos, bilge hatiplerine büyük ümitlerle bakıyordu.
Bey, yüz elli bilge ve hatip kişi ile Azize Ekaterini arasında alenen yapılacak olan tartışma için büyük amfiye tüm insanları davet etti. Azize Ekaterini’yi de tutulduğu yerden alınıp oraya getirilmesi için askerlerini gönderdi.
Ancak, Maksiminos’un askerleri oraya varmazdan evvel, Azize Ekaterini’yi Mikâil melek ziyaret etti ve kendisine dedi:
Allah’ın kızı, hiç korkma. Allah senin bildiklerine yeni bilgiler katacak ve toplanmış olan yüz elli hatibe sen galip geleceksin. Sadece bunlar değil, daha bir yığın başka insan da İsa Mesih’e iman edecektir. İmanları için şehitlik tacını giyeceklerdir.
Mısır hükümdarının adamları, Azize Ekaterini’yi amfiye götürdüler. Amfi, çok önceden insanlarla dolup taşmıştı. Onlar, heyecanla, yapılacak olan tartışmayı ve sonuçlarını görmek için sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Azize Ekaterini amfiye girdiği vakit, gülüşmeler, bağrışmalar ve tartışmalar durdu. Azize Ekaterini’nin güzelliği, endamı ve parlaklığı, orada olanları büyüledi.
Azize Ekaterini, kürsünün bulunduğu, yüz elli tane hatip ve bilge kişinin olduğu tarafa doğru ilerledi.
Orada olanlar, Azize Ekaterini’nin onlara doğru cesaretle gittiğini görünce, alaycı bir gülümsemeyle aralarında hafifçe kulaktan kulağa fısıldaşmalar başladı...
İşte o anda, içlerinde en bilge ve en meşhur olan hatip, ilk söze başladı ve Azize Ekaterini’ye dedi:
Tanrılarımıza utanmadan küfür eden kişi sensin ha...
Evet, benim, diye ona cevap verdi Azize Ekaterini. Fakat ben küfür etmedim. Ben sadece gerçeği söyledim.
Benim bilgeliğimi bana Allah’ım verdi, dedi Azize Ekaterini. O Allah ki gerçek Tanrı. Hıristiyanların Allah’ıdır. Minnetimi ona borçluyum. O, bilgeliğin hiç bitmeyen kaynağıdır. O, ışıktır. Onun gölgesi altında, sevgi ve adalet hüküm sürüyor. Ancak, bana söyleyiniz: Sizin tanrılarınız hakkında, ne fikrniz var? Onların hayatları, kin, düşmanlık ve utanç dolu değil midir?
Büyük hata, Ekaterini. Bizim tanrılarımızı büyük şairler methetmişlerdir. Büyük Homeros, Dias için “en büyük tanrı” der. Diğerlerine de “ölümsüzler” demektedir. Orfeas da Apollon için “sağlam”, güçlü diyor. Onu altın olarak görüyor. Güneş gibi kanatlı olarak.
Büyük hatip efendi, unutma ki, Homeros, Dias için sadece bunları söylemedi. Çok defa da onun için yalancı, hileci ve sahtekâr da diyor. Senin sahte tanrılarında korkunç tutku ve kinler görmekteyiz. Sizin tanrılarınız, Posidon ile Athina, yine tanrı olan İra’yı yakalayıp bağlamaları kararı alıyorlar. Ancak, o, bunu öğreniyor, saklanıyor ve kurtuluyor... Tüm bu hikâyeler size neyi anlatıyor? Sizin tanrılarınız kavga ederken, siz ne yapacaksınız? Hangisinin peşinden gideceksiniz. Tüm bunlar, ne kadar yalan ve ne kadar beyhudelik içermektedirler!
Ancak, Hıristiyanların Allah’ı için aynı şeyler söz konusu değildir. Kendisine taptığım İsa Mesih için aynı şey söylenemez. O, gökyüzü ve yeryüzünün hakimidir. Oysa, sizin tanrılarınız, güçsüzlükleri ve ihtirasları karşısında dize geliyorlar.
İsa Mesih’e iman ışıktır, aydınlıktır. Büyük bir güçtür.
Bu gerçek Allah, sevgi ve özür Allah’ıdır. O, âlemlerin yaratıcısıdır. O’nun her şeye gücü yeter. Kaos ve hiçbir şeyden bu âlemi yaratmıştır. Dünyayı, yıldızları ve gezegenleri yaratmıştır. İnsanı yarattı ve ona hayat ile nefes vermiştir. İnsan da Allah’ın emirlerine karşı geldiği vakit, iyi bir baba gibi ona ceza vermektedir. Fakat, yine de insanı, Allah’ın sevgisine lâyık yapmak için özen göstermektedir.
Tek Oğlu olan İsa Mesih’i yer yüzüne göndermektedir. İnsanlara gerçeği anlatmaktadır. İnsanları karanlıktan ve bilinmezlikten çıkarıyor. Kulları kurtarıyor ve yeni bir hayatın rotasını çiziyor. Sonra da günahlarımızı silmek için, şehit çarmıhını omuzlarına almaktadır.
İsa Mesih’in yeniden dirilişi, karanlık ve ölüm korkusundan kalpleri kurtarmaktadır. İnançlılar için ölüm feshedilmiştir. Yenildi. Cehennem öldü ve kedere boğuldu.
İsa Mesih’in taraftarları çoğalıyorlar. Onun ilâhî memleketi büyüyor. O’nun kutsal ismi uğruna canlar ve gençler kurban edilmektedirler.
Fedaileri on bilercedirler. Sizin tanrılarınızın inancı nerede? Sizden hanginiz onlar için hayatını ve kanını vermiştir? Dias için kurban edilmeyi kim kabul ediyor?
Ruhlarımızın hatadan kurtulmaları için. İmansızlıktan kurtulabilmemiz için, İsa Mesih bize kapıyı açık bırakmıştır. Hepimizi yanına davet etmketedir.
Buraya geliniz, demektedir. Günahlardan yorgun düşmüş ve umutsuzluğa kapılmış olanlar, buraya gelin, der. Ben sizi rahatlatacağım!
Seni de yanına davet etmektedir, sayın hatip. Belki de seni, birçok başka insanlardan daha da fazla. Sana bu kadar meziyetler vermiştir. Sen O’nun yanına gidersen O çok da sevinecektir. Seni sevgi ile beklemektedir. Hiçbir zaman geç değildir...
Azize Ekaterini bunları ve daha başka bir yığın şeyler söyledi.
Kalabalık ona hayranlıkla baktı. Azize Ekaterini konuşurken, kalabalık yerine çakılmıştı sanki. Azize Ekaterini’nin sözleri, insanların kalplerinin derinliklerine saplanmışlardı.
Fakat, hatip de dilini yutmuş gibi susup kalmıştı. Aklı aydınlandı. Şimdi, Azize Ekaterini’nin haklı olduğunu savunuyordu.
Hatiplerin acılı sonu

Maksiminos’un meşhur hatibi yenilgiye uğradığı için, Maksiminos öfkesinden tir tir titriyordu. Ancak, daha fazla da, Azize Ekaterini’nin Allah’ına yönelmiş olması onu kızdırmıştı. O vakit, Azize Ekaterini’yi susturmak için diğer hatiplerine emir verdi.
Ancak, onlar bunu kabul etmediler. Hiç kimse cevap vermeyi istemiyordu. Birbiri ardından istifalarını sunarlar. Dediler ki:
Bizden en güzel hatip olan kişi mağlûp oldu. Üstüne de, Azize Ekaterini’nin tarafına da geçti. Bu kadar gerçek olan sözlerinin karşısında biz nasıl karşı duralım?
Azize Ekaterini’nin galibiyetinden dolayı aşırı hiddetlenmiş ve utanmış olan Maksiminos, İskenderiye şehrinin merkezindeki şehir meydanında bir ateş yakmalarını istedi. Bu ateşe de yüz elli hatibi atma emrini verdi.
Azize Ekaterini onlara dedi:
Siz, gerçekten bahtiyar ve iyi talihlisiniz. Karanlıklara veda edip aydınlığa geldiniz. Geçici ve ölümlü kraldan kaçıp şimdi de ebedî olan saadete doğru yürüyorsunuz. Sizi bekleyen ateş, vaftiz ve temizlemedir. Sizi saadete, huzura ve sakinliğe doğru götüren kapıdır...
Onlara cesaret verdikten sonra, alınlarına haç çıkarttı ve onları ateşe yolladı.
Orada, şehir meydanında, adamakıllı yanan ateşin içine, askerler hatipleri attılar. Maksiminos sevincinden ellerini ovuşturuyordu.
Gecenin geç vaktinde, insanlar, yanan cesetlerden geri kalanları toplamağa gittiler. Ancak, ne görsünler ki, hatiplerin bedenleri ölüydü. Fakat, üzerlerinde herhangi bir zarar meydana gelmemişti. Üzerlerindeki kıllardan tek bir kıl bile yanmamıştı.
Hıristiyanlar oradaki bedenleri toplayıp defnettiler. Böylece İsa Mesih’in gücüne de hayran kalmışlardı.
Bu bilge şehit hatiplerin anısı, kilisemiz tarafından 17 Kasımda kutlanmaktadır.

Hükümdarın manevrası

İlk denemesinde Azize Ekaterini’ye mağlûp olduğunu gören Maksiminos taktik değiştirdi. Azize Ekaterini’ye karşı iyi sözler söylemeye başladı.:
Ekaterini, dinle beni. Sana, baban gibi öğüt vermek istiyorum. O inadını bırak ve tanrılarımıza secde et. Onların adına yemin ediyorum ki, krallığımın yarısını sana vereceğim. Benimle beraber saraylarda oturacaksın.
Allah’ın şehidi genç kız, Maksiminos’un o kötü plânlarını anladı ve ona dedi:
Hükümdar, yalancılığın ve kurnazlığın maskesini çıkarınız. Ben sana daha baştan, Hıristiyan olduğumu ve buraya gelip İsa Mesih ile evlenmek istediğimi sana söylemiştim. O benim tek damadım, İsa Mesih’imdir. Hayatımın danışmanı ve benim koruyucumdur. Benim bekâr hayatımda, O, bir üniforma, bir kaledir. Şehit olmayı, kral taçlarını giymekten, büyük şan ve şereften çok daha fazla arzu ediyorum.
Senin değerini bildiğim hâlde, istemeden sana küfür etmeye beni zorlama, dedi hükümdar.
O zaman, hiddet dolu bir durumda, Azize Ekaterini’nin üzerindeki imparator giysisini çıkarıp, onu öküz bağırsağından yapılmış olan kamçıyla acımasızca dövmelerine emir verdi.
İki saat boyunca, barbarca, onu kamçıladılar. Bir zamanlar çok güzel bir bedene sahip olan Azize Ekaterini’nin bedeni şimdi yara bere içindeydi. Her taraftan bol bol kanlar akıyordu. Açık yaralar feci şekilde ağrı yapıyorlardı. Ancak, şehit, boynu dik duruyordu. Onun gözleri yukarı doğru bakıyorlardı. Onun ruhu, İsa Mesih ile birleşmek istiyordu. Ancak, o saat daha gelmemişti. Maksiminos, öğleden sonra Azize Ekaterini’nin hapse atılmasını istedi. On iki gün boyunca da kendisine yemek verilmesin diye emir verdi. O zamana kadar Azize Ekaterini’yi nasıl öldüreceğine karar verecekti.
O pis hükümdarın karısı iyi bir karaktere sahipti. O, bir kadın ve içinde acıma duygularıyla dolu bir insandı. Azize Ekaterini’nin çektiklerini haber alınca çok üzüldü. Yüreğinde de, bu genç kıza karşı bir sevgi ve sempati canlandı. Kelimenin tam anlamıyla ona hayran kalmış ve Azize Ekaterini’yi görmek istiyordu.
Hükümdar, karısının bu arzusunu gördüğünde, karısına dedi:
Ben, arzumu yerine getireceğim.

Avgusta, Azize Ekaterini’yi ziyaret eder

Maksiminos, bir gece, bir yolculuk sebebiyle orada yoktu. Hükümdar, yanına iki yüz asker aldı. Yanında Avgusta da olduğu bir hâlde, hapishaneye varmış oldu. Orada gardiyanı ödedi ve o da hapishanenin kapısını açtı. O zaman imparatoriçe, heyecan ve duyguyla ilerledi.
Loş bir yerden, bir rutubet ve şiddetli bir soğuk çıkıverdi. Hapishane çok kötüydü. Ancak, ileride çok aydın bir yüz gördü. O, Azize Ekaterini idi. Onun yüzü, ilâhî bir parıldayıştan dolayı parlıyordu. Avgusta onun güzelliğine hayran kaldı. Böyle bir genç ve güzel kızı görünce şaşırıp kaldı. Onun ayaklarına kapandı ve ona dedi:
Ben şimdi mesrurum, çünkü senin o güzel ve kraliçelere has yüzünü gördüm. Bu yüzü görmeyi çok arzuluyordum. Senin gözlerinde güneşin doğuşunu gördüm. Kalbim mesrur oldu. Sen bahtiyarsın, çünkü sen böyle bir Allah’tan bu meziyetleri elde ettin. Azize Ekaterini de ona dedi:
Sen de kraliçe Avgusta, sen de bahtiyarsın. Aziz meleklerin senin başına parlak çelenk koyduğunu görüyorum. Gerçekten de, bu çelengi üç gün içerisinde giyeceksin. Ancak, ondan önce, bir çile çekeceksin. Çile çekeceksin, kısa bir sürede şehit olacaksın, fakat, daha sonra da gökyüzü Kralına gideceksin. Orada ebedî olarak saadet içerisinde yaşayacaksın.
Avgusta korkmuş bir hâlde cevap verdi:
Çilelerden ve kocam Maksiminos’tan korkuyorum. Çünkü o, çok sert ve kaba biridir.
Ancak, Azize Ekaterini ona cesaret verir ve ona der:
Cesaretli ol, çünkü senin kalbinde İsa Mesih olacak. O, sana cesaret ve güç verecektir.
Azize Ekaterini böylece Avgusta’ya cesaret veriyorken, Porfirion ona sordu:
Söyle bana Ekaterini, senin Allah’ın inananlarına ebedî hayatı ve kurtuluşu verdiği gerçek midir?
Porfirion, Allah’ın bize hazırlayıp sunduğu nimetleri insanın dili sayamaz.
Ekaterini, sana soruyorum, bilinmeyen bir güç beni senin dinin yanına götürmektedir. Hıristiyanların kahramanlığını günlerdir düşünmekteyim. Bu düşüncelerimin yanında, benim tereddütlerimi bertaraf eden senin örneğin aklıma gelmektedir... Artık bunu senden gizlemiyorum. Ben de İsa Mesih’in taraftarlarından bir tanesiyim. Şimdi oldum...
Gecenin karanlığında, hapishane koridorlarında toplanmış olan Porfirion’un askerleri, hiç şaşmadan, subaylarının sesini işitirler. Onların kalplerinde de aynı düşünce mevcut. Sevgi vadeden birine inanmak, memleketi kana bulayan bir hükümdara hizmet etmek değil...
Azize Ekaterini, böylece, hapsedilmiş ve tamamen tecrit edilmiş olarak takriben on iki gün kaldı. Maksiminos’un emri gereği, hapishanede kaldığı bu müddet zarfında, kendisine yemek verilmesi şiddetle yasaklanmıştı. Bu yolla Ekaterini’yi dize getirmek veya onu yok etmeyi düşünüyordu.
Ancak, âdil olanlarla olmayanlara da yağmurlar yağdıran Allah, kulunu korumasız bırakamazdı. O günler içerisinde, her gün ona bir güvercin yemek götürüyordu.
Sadece bu değil, Azize Ekaterini, ilâhî bir sesin ona cesaret verip şöyle dediğini işitmişti:
Korkma, benim sevgili kızım. Ben seninle beraber olacağım. Senin sabrınla birçok kişiyi benim yoluma döndüreceksin. Benim adım namına çok kişi de can verecektir. Sen de, birçok gökyüzü şeref tacına nail olacaksın.
Yine Maksiminos önünde

Ertesi gün Maksiminos, Azize Ekaterini’yi önüne getirmeleri emrini verdi. Azize Ekaterini’nin elleri kolları bağlı bir vaziyette, sarayın içerisinde gurur ve sabırla ilerliyordu. Güzelliği anlatılamaz derecedeydi. Endamı insanı büyülüyordu. Boyu bosu, ona bakanı ilâhî sükûnet dolduruyordu.
Maksiminos, Azize Ekaterini’yi parlak ve canlı gördü. Açlıktan zayıflamamıştı bile. Hapishaneden dolayı ne de çirkinleşmişti. Birileri ona gizlice yemek verdiğine inandığı için adamakıllı hiddetlenmişti. Gardiyanlara da işkence yapmaya hazırdı. O vakit Azize Ekaterini ona der:
Sinirlenip hiddetlenmen beyhude. Boş yere şüpheleniyorsun. Senin insanlarından hiçbiri bana yemek vermiş değildir. Benim için İsa Mesih çaba gösterdi.
Maksiminos o vakit kendini kontrol altında tutmak istedi. Azize Ekaterini’yi kazanmak için son bir çaba gösterdi. Kendisine güzel sözlerle konuştu. Ona sinsice yaklaşmak için konuşmaya başladı:
Güzeller güzeli kız, sen ki, güzellikte tanrıça Afrodit’i de geçiyorsun, krallığım sana aittir... Gel, tanrılara kurban kes ve seni kraliçe yapacağım. Yanımda mutlu günler geçireceksin. Feci işkencelere düşmen haksızlıktır, yazıktır.
Hayır, hükümdar, ben hayatımın beyini artık seçmiş bulunuyorum. Güzelliğe gelince, o beni ilgilendirmiyor. Çok iyi biliyorum ki, o geçer ve söner. O, çiçek gibidir...
Maksiminos’un kararsızlığı ve hiddeti içerisinde, bir de Azize Ekaterini’nin onu kırıcı sözleri arasında, Hursasaden adında, kurnaz, sinirli ve hilekâr bir kaymakam odaya giriverdi. Maksiminos’a sevgisini göstermesi ve onun gözüne girebilmesi için, kendisine dedi:
Hükümdarım, kızı ya mat etmenin veya onu feci işkencelerle öldürmenin yolunu buldum. Bir çatala dört tane odundan yapılmış tekerlek yapma emrini veriniz. O tekerleklerin etrafına jilet ve iğneler koysunlar. İki tekerlek sağa döner, iki tekerlek de sola döner. Bu tekerleklerin arasına Ekaterini’yi koyunuz ve tekerlekleri döndürünüz. Önce ona bu makineyi gösteriniz, korkmadığını görürseniz, o vakit onu makineye koyunuz. Bu tekerlekler döndüğünde, onun bedeni paralanacak ve ölümü de çok feci ve korkunç olacaktır.
Kaymakamın bu şeytanî plânı, Maksiminos’un hoşuna gitti. Onun için de, bu makineyi derhal yapma emrini verdi.
O feci makineyi bitirebilmeleri için, ustalar tam üç gün çalıştılar.
Onu bitirip yerine koydukları zaman da, hükümdar, Azize Ekaterini’yi korkutmak için, makineyi kendisine gösterdi. Sonra da ona dedi:
Bu makineyi görüyor musun? Tekerleklerle beraber, jiletlerin ve iğnelerin nasıl döndüğünü görüyor musun? Dikkat et! Eğer putlara secde etmezsen, ölüm seni açık ağızla beklemektedir.
Ancak, Azize Ekaterini’nin imanı sarsılmıyor. Kararı değişmiyor. O zaman da Maksiminos hiddetli bir durumda bağırıyor:
Atın onu tekerleklere ve onları hızla döndürünüz. O, hemen şu anda ölmelidir. Şimdi derhal...
Azize Ekaterini’yi tekerleklere attılar. Herkes de, bedeninin parçalandığını ve kanının da bol bol akmasını görmeyi bekliyorlardı. Fakat, bunun yerine, tekerleklerden kurtulduğunu ve mucizevî bir şekilde çözüldüğünü gördüler. Tekerlekler ise havaya uçtular ve oraya yakın olan cellatları öldürdüler. Azize Ekaterini’nin bedeninin hiçbir yerinde jilet izi yoktu. Bedeninden tek damla kan bile çıkmıyordu. Etrafta bulunanlar, bu mucizevî olayı gördükleri vakit şaşırıp kaldılar. Birçok kişi de diyordu:
“Hıristiyanların Allah’ı ne büyüktür”.
Avgusta’nın azabı

Avgusta, kocası Maksiminos’un Azize Ekaterini’ye yaptıklarını öğrenince odasından çıktı ve ona müthiş hır çıkardı.
Gerçek Allah’a karşı koymaya kalkmak ve onun kuluna boş yere işkence vermek. Geri zekâlı ve aptal mısın?
Maksiminos, karısı Avgusta’nın ağzından bu sözleri işitir işitmez, şaşırıp kaldı. Anlamıştı ki, bu kadar düşmanı olduğu İsa Mesih, artık onun da ailesine girmişti. O zaman, kontrol edilemez bir canavar kesilmiş oldu. Kısa bir süre için Ekaterini’yi bıraktı ve tüm kinini karısının üzerine yoğunlaştırdı. Vahşice, göğüslerini kesme emrini verdi. Soğuk ve barbar ruhunda hiçbir acıma hissetmiyordu. Karısının kanı da bol bol toprağı suluyordu.
Sonunda, Avgusta’nın başı kesildi. Ruhu, şahadetiyle beraber, bembeyaz bir şekilde gökyüzüne yükseldi.
Kilisemiz onun anısını 23 Kasımda kutluyor. Fakat, general Porfirion gece vakti askerleriyle gizlice gitti ve onun kutsal naaşını defnetti.
O kötü hükümdar Maksiminos, karısının defni için de son derece hiddetlendi. Sorumluları ısrarla bulmak istiyordu. Bunu da yapamadığı için, cezalandırmak için rastgele bazılarını yakaladı.
O vakit, Avgusta’yı defneden Porfirion askerleriyle beraber göründü ve dedi:
Biz de Hıristiyan’ız. İsa Mesih’e inanıyoruz. O’nun kullarıyız. İsa Mesih’in kulları.
Maksiminos aşırı derecede hiddetlenir. Ümitsizce, elleriyle başına vurmaktadır.
Gittim, bittim! Der. En güzel generalimi kaybettim...
Maksiminos bu yeni darbeden de etkilenerek artık konuşamıyor bile. Açıklamalar istemiyor. Porfirion ve askerlerine bakarak, ümitsiz bir canavar gibi, onlara emir verir:
Onların başlarını kesiniz.
Emir derhal yerine getirilir. Böylece, onlar da seçkin imanlıların listesine girerler. Şehitlere katılırlar.
Onların anısı 24 Kasımda kutlanmaktadır.
Ekaterini’nin aziz sonu

Ertesi gün, nöbetçiler Ekaterini’yi Maksiminos’un huzuruna götürdüler.
Maksiminos, Azize Ekaterini’yi kandırmak için son bir çaba gösterir. Maksiminos, Azize Ekaterini’yle evlenme vaadinde de bulunur. Ondan istediği şey, tanrılarına kurban sunmasıydı. Ona şanlı şerefli günler teklif eder. Israrla ona yalvarır.
Sonra da, plânının tutmadığını görünce, ona küfür eder, tehditler savurur ve onu işkencelerle korkutmağa kalkar.
Ancak, tüm bunlara rağmen, oyunu kaybeder. Ümitsizlenmiş bir hâlde, Azize Ekaterini’nin başını şehir meydanında kesme emrini verdi.
Şehidin başının kesileceği gün gelip çattığında, aşırı bir kalabalık Azize Ekaterini’nin yolunun sonunu görmeğe gelmişti.
Hıristiyanlar ağlıyorlardı. Putperestler de, narin bir çiçek gibi, gençliğinin baharında hayata veda etmesinin yazık olduğunu söylüyorlardı. Onun için de Maksiminos’a itaat etmesi gerektiğini söylüyorlardı.
Azize Ekaterini ise hiç bozulmadan şöyle cevap veriyordu:
Bana acımayın! Ben, ebedî baharın yoluna doğru yürüyorum. Beni gökyüzünün güzellikleriyle Cennet’in huzuru beklemektedir.
Şehir meydanına, cellât da kılıcıyla beklediği yere vardığında, gözlerini yine gökyüzüne çevirdi ve İsa Mesih’e şükranda bulundu. Duasında da, şehit edilişinden sonra bedeninin görünmez olmasını ve tümüyle bir arada kalması için yalvardı. Kim de, zor anında ondan yardım dilerse, ona yardım edebilmesi için de duada bulundu.
Sonra da cellada bir işaret yapıp emri yerine getirmesini istedi.
O vakit, parlak bir kılıç yükseldi, kuvvetle indi ve Azize Ekaterini’nin o mübarek başını bedeninden ayırdı. Tarih, 25 Kasım 307 gösteriyordu.
Azizlerin yaşam öyküleri yazarlarının ifadelerine göre, başının kesilmesi anında iki mucize meydana gelmişti. Birincisi, başının kesilmesi sırasında, kan yerine süt aktı, ikincisi de, bedeni, orada bulunup sonunu izleyen insanların gözlerinden bedeni kayboluvermişti. Melekler o bedeni Sina dağının tepesine götürdüler. O tepe de, o günden beri, “Azize Ekaterini Tepesi” adını aldı. Orada, bugüne kadar taş yapımı kiliseciği hâlâ durmaktadır.
Sekizinci yüzyılda, onun kutsal naaşını, bu kilisecikten alıp Sina dağındaki, İera Moni Agias Ekaterinis’e naklettiler. Bu manastırı İustinianos inşa etmişti. Orada, hâlâ Azize Ekaterini’nin naaşı korunmaktadır. Mezarı başında som altından dokuz kandil yanmaktadır. Sina dağındaki meşhur kutsal manastır Hayatımızda Azize Ekaterini

Azize Ekaterini’nin yüksek eğitimi, onun soylu aileden oluşu, temiz hayatı ve feci sonu, onu Hıristiyanların gözünde çok yükseklere çıkardı.
Genç kızlar için, temiz hayat ve bilge güzellik timsalidir. Aptal güzel timsali değildir.
Tahsilliler için de Azize Ekaterini, gerçek bilginin aynasıdır. O ilmin ki, kılavuzu İsa Mesih olan ilmin. Gerçek eğitim, kuru ilim değil. Paris ve Alman felsefe fakülteleri onu koruyucu azize olarak tanırlar. Düğünle de adını bağlantılı hâle getirmişlerdir.
Milos adsında, Azize Ekaterini’nin yortusu günü sabahı, hayatlarında tek bir evlilik yapmış olan üç komşusundan, kızlar, üç avuç un, üç avuç tuz alıp tuzlu ekmek yoğururlar. Sonra da uyumadan evvel bir kısmını yerler. Azize Ekaterini’den de kendisine kim su verecek diye göstermesini isterler. Suyu veren kişi de, belki, bekledikleri damat olur diye düşünüyorlar.
Genç kızlar, Azize Ekaterini’yi onların azize koruyucusu olarak kabul ederler. Atina’nın Plaka semtindeki kilisesini, evlenebilmeleri için gelinliklerle ve armağanlarla süslerler.
Kefalonya adası ve daha birçok yerlerde, can çekiştiklerinde onun adını anarlar.
Peloponisos’ta (Mora) büyük kuraklık zamanlarında, çiftçiler yağmurlar yağdırdığına inanırlar. Derler ki, yağmuru Aralık ayından “ödünç alır”.
Atasözü de der:
“Azize Ekaterini suyu ödünç alıyor”. Egina’daki Azize Ekaterini manastırı

Egina’da, Aziz Nektarios manastırı yanında bir de Azize Ekaterini manastırı vardır. Orada Azize Ekaterini’nin küçük bir kiliseciği vardı ve mucizevî bir şekilde ikonası bulundu. Ne yazık ki, bu kiliseciğin sahibi çok küfür eden biriydi. 1908 yılında onu iki rahibe satın aldı. O vakit Aziz Nektarios çok sevindi. Çok küfür eden bu zattan kurtulduğu için Allah’a şükretti ve dedi:
Orada bizimkinden daha güzel bir manastır olacaktır.
Ve gerçekten de, bugüne kadar, Aziz Nektarios manastırından daha iyidir.
Oradaki tarla satın alındığında, su yoktu. Otuz metre derinliğe indiler ama su bulamadılar. O vakit Aynaroz keşişlerinden bir tanesi rahibelerle birlikte Azize Ekaterini’ye dua etti. Devamında, boş kuyunun içine ikonayı indirdi ve masum imanıyla dedi:
Eğer Azize Ekaterini’m bize sucağız çıkarmazsan, biz de seni buradan çıkarmayacağız!!
Gece vakti, rahibeler ibadet yaptıkları bir anda, acayip bir ses ve gürültü işitildi. Küçük manastırcık ise temelinden sarsıldı.
Azize Ekaterini bize kızdı ve bizi yerle bir edecektir. Çünkü biz onu toprakların içinde bıraktık.
Sabah olduğunda, keşiş, ikonayı almaya indi. Ancak, kuru kuyunun yanlarında bir istavrozun çizilmiş olduğunu gördü. Bir de baktı ki, o istavrozun alt tarafında ıslaklık vardı.
İkonayı kaldırır ve müjdeli haberi vermek için rahibeleri çağırır. Kuyu su çıkarmıştı...
O zamandan beri, 1924 yılından bu yana, manastırın ihtiyacı olan suyu karşılamaktadır.
Azize Ekaterini’nin yapmış olduğu birçok kerametleri bu manastırda meydana gelmiş ve bunlar özel bir kitapta yazılmış bir durumdadırlar.
Sadece bunda mı? Dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan manastır ve kiliselerinde, Azize Ekaterini’nin yapmış olduğu mucizeleri sayılamayacak kadar çoktur.