Orthodox Hymns in Turkish

8 Mart 2009 Pazar

AZİZ EFTİMİOS - (ΑΓΙΟΣ ΕΥΘΥΜΙΟΣ)

AZİZ EFTİMİOS



Ermenistan’ın Melitini kentinde Fırat nehrine yakın bir yerde Pavlos ve Dionisia adında bir çift yaşamaktaydı. Bu çiftin çocuğu yoktu ve bu yüzden çok üzgündüler. Bu olaydan dolayı sıkça aziz Poliefktos kilisesine giderek Tanrı’ya onlara bir çocuk vermesi için dua ediyorlardı. Gene bir gün dua ederlerken gördükleri bir hayal onların bir çocuk sahibi olacaklarını ve onlara büyük mutluluk getireceğini söylüyordu. Doğacak olan çocuklarını Tanrıya adayacaklardı. Ve gerçektende 377 yılında Dionisia dünyaya bir erkek çocuk getirdi ve adını Eftimios koydular. Üç yıl sonra babası vefat etti ancak annesi Tanrı’ya vermiş oldukları sözü unutmadı ve çocuğu Episkopos Evtroio’ya Tanrı’ya bağışlaması için verdi. Eftimios daha küçük yaştan günahlardan kaçmayı öğreniyor ve Tanrı’nın isteği doğrultusunda yaşıyordu. Bu yüzden Episkopos onun bu inancını gördüğü zaman onu önce diakos daha sonrada papaz yaptı. Diakoz olduğu zaman aziz 28 yaşındaydı. Daha sonra onu Melitinis manastırına başrahip olarak atadı. Aziz halktan ve gürültüden uzak bir yerde yaşamak istediğinden çölde bulunan Lavra Faran’a gitti. Orada bir mağarada Teoktistos adında bir rahiple beraber Tanrı yolunda yaşamaya başladı. Aradan beş yıl geçtikten sonra iki rahip mağarayı bırakarak çöle göçtüler. Orada başka bir mağara bularak oraya yerleştiler. Orada tek yemekleri vehşi otlardı. Azizlikleri çölün dışına kadar taşmıştı. Bir çok rahip günahlarının bağışlanması için azize geliyor ondan tembih alıyor bir çoğuda onun yanında kalıyordu. Böylece daha sonra bir manastır inşa edildi ve Eftimios arkaşı olan Teoktistos’u manastıra başrahip olarak atadı. Aziz ruhsal yönden sürekli gelişiyordu. Bunların başında olayları önceden görebilmede geliyordu. Böylece Tanrı’nın yardımıyla bir çok mucize gerçekleşiyordu. Sarakinon’ların liderinin sakat bir oğlu vardı. Oğlunu en iyi doktorlara en ünlü büyücülere götürdü ancak sonuç alamadı. Bir gün rüyasında Aziz Eftimios’un ona oğlunu Hz. İsa’nın iyi edebileceğini söylediğini gördü. Böylece bir kaç kölesiyle beraber hemen azizin yanına doğru yola koyuldular. Azizin yanına vardıklarında çocuk hemen iyileşti. Yabancılar bu olayı gördüklerinde şaşkınlıklarını gizleyemediler ve hemen Tanrı’ya inanıp vaftiz olmak istediler. Teoktistos öldüğü zaman Aziz yaklaşık olarak 52 yaşındaydı. Çöldeki rahip sayısı 80i geçmişti. Yiyecek yemek az ve manastırın nüfusu çoktu. Bir gün 400 ermeni manastırı ziyarete geldiler. Böylece rahipler hemen azize giderek onları misafir edemeyeceklerini çünkü orada kendileri için bile yemek olmadığını bildirdiler. Aziz dua ettikten sonra rahiplere Tanrı’ya güvenmelerini ve depoya gidip tekrar bakmalarını söyledi. Gerçektende depo ekmek, yağ ve şarapla dolmuştu. Rahipler hemen azizin ayklarına kapanarak inaçsızlıklarından dolayı özür dilediler. Aziz sonunu yaklaştığını anladığı zaman rahipleri toplayarak onlara son tembihlerini verdi:
- Kardeşlerim, yarın Mesih beni yanına çağıracak. Aranızda sevgi bağları bulunsun ve bütün insanlık adına dua edin.
Bunun ardında rahiplere yeni başlarının kim olması gerektiğini sordu. Herkes Dometiano adındaki rahibi seçti. Ancak aziz kendilerine başka bir baş bulmalarını çünkü Dometioanos’un kendisinden 7 gün sonra yanına geleceğini söyledi ve gerçektende öyle oldu. 473 yılında aziz 96 yaşında iken bir Cumartesi sabahı gözlerini dunyaya yumdu. Haber çok çabuk yayıldı. Azizin cenazesinde Patrik ve kurultayı bulunmaktaydı. Rahiplerin acısı sevgili başrahipleri ve manevi babaları için çok büyüktü. Aziz vefetından sonrada bir çok mucize daha gerçekleştirdi. Azizin yortusu kilisemiz tarafında 20 Haziran’da kutlanmaktadır.

AZİZ EFSTATİOS - (ΑΓΙΟΣ ΕΥΣΤΑΘΙΟΣ)


AZİZ EFSTATİOS



Roma imparatorluğunun efendisi putresets Traianos döneminde (98-117) bölgede güvenilir ve sevecen bir insan olan Plakidas yaşıyordu. Plakides bir çok taburu yönetiyordu. Stratejisi ve politikası sayesinde ülkesinin bir çok düşmanı ortadan kaldırmayı başarmıştı. İyi bir komutandan başka çokta iyi bir insandı. Karısı Tatiani ile mirasını fakirlere ve ihtiyacı olanlara harcıyordu ve bu yüzden en zengininden en fakirine kadar herkes örnek Plakidas’ı övüyordu. Bu yüzden yüce Tanrı’mız onu putperestliten kurtarmak için sevgili kuluna yardım etti. Bir gün Plakidas kraldan taburları eğitme emri aldı ve böylece taburları ile beraber uygun bir bölgeye gidip kampa girdiler. Bir eğitim sonrası Plakidas oklarını alarak yakındaki bir ormana giderek hayvan avlamak istiyordu. Kısa bir aramadan sonra büyük bir geyik buldu ancak geyik kaçmayı başarınca Plakidas geyiğin peşini bıraktı. O anda bir mucize oldu. Geyiğin boynuzlarının arasında beliren bir haçın ardından geyikten şu sözler duyuldu:
- Plakidas beni neden kovalıyorsun?
Plakidas bu yaşadığı olaydan dolayı hayatında ilk defa korkmuştu. Bu konuşan kişinin kim olduğunu çok merak ediyordu.
- Ben Hristiyanların Tanrı’sıyım! Ben bütün insanların kurtarıcısıyım!
Tek ve gerçek olan Tanrı’nın karşısına bir geyik gibi çıkıp onunla konuşması kendisini çok duygulandırmıştı. Kamp süresi bittiginde sevgili karısına dönüp korku içerisinde olanları anlattı. Daha sonra Plakidas,karısı ve iki çocuğu piskopos Klimis’in yanına giderek olanları anlattılar. Gerekli eğitimi aldıktan sonra aya Agni kilisesinde vaftiz oldular.Plakidas Efstatios karısı Teopisti çocukları ise Agapios ve Teopistos ismini aldılar. O zamandan sonra şeytan o kadar çok kızdı ki Efstatios’a onu her yerde kovalamaya başladı. Bunu yapmaktaki amacı Efstatios’u bıktırıp Tanrı’sına küfür ettirmekti. Efstatios Tanrı’sını o kadar çok sevmiştiki şeytanın her türlü savaşına karşı koymaya hazırdı.
Başarılı bir savaşın ardından Efstatios krarıl onu yanına davet etti. Kral ona hem teşekkür etmek hem de onunla beraber putlara adak dilemek istiyordu. Cesur komutan yabancı devletlerle korkusuzca savaştığı gibi kralın karşısındada cesaretle Hristiyan olduğunu ve yalnızca ona adak dileyeceğini söyledi. Kral o kadar çok kızdi ki hemen makamından kovulmasını ve değeri olmayan bir köye kovulmasını emretti. Hristiyan aile hiç ağzını açmadan başlarına gelen bu olayı kabullenerek krallık mekanlarını bırakarak fakir bir eve yerleştiler. Daha aradan uzun vakit geçmeden kapılarını başka bir dert daha çaldı. Bazı hırsızlar komutanın saraydaki evinden taşındığını duydukları anda eve girerek herşeyini aldılar. Daha önceden rahat bir yaşamı yükses bir maaşı ve sağlam bir işi olan efstatios gerçek Tanrı’nın adına karısı ve çocuklarıyla mekanından uzak bir yerdeydi artık. Bu olanlara rağmen inancını kaybetmeden ona güc vermesi için her gün Tanrı’ya dua ediyordu. Her gün karısına Hristiytanlığın gerektirdiği şekilde güç veriyordu. Bir gün o köyde insanlar çok ağır bir hastalığa yakalanarak teker teker vefat ediyorlardı. Aziz bu durum üzerine ailesini korumak için artık neyi kaldı ise hepsini alıp gemi ile Suriye’ye gitme kararı aldı. Taş kalpli kaptan gemi hareket ettikten sonra o bölgenin para birimiyle adam başı 800 sister ödemelerini aksi takdirde denize atılacaklarını söyledi ancak onun o kadar parası olmadığından eşini kaptan kendisine köle olarak aldı. Gemi limana vardığında aziz karısını alamayacağından onunla vedalaştıktan sonra daha iyi bir hayat için yoluna devam etti. Günlerce yürüdükten sonra bir nehrin kenarına vardılar. Efstatios’un yapabileceği son şey artık karşıya yüzerek geçmek ve orada bir köy bulmaktı. Ancak ne yazıkki nehir büyük ve sular azgındı ve bu nedenle çocuklarının fazla saat yüzecek güçlerinin olması imkansızdı. Böylece çocuklarını bir ağacın oluğuna sakladıktan sonra dua etti ve karşı tarafa geçti. Uzun uğraşlardan sonra çocuklarını bıraktığı yere döndüğünde çocuklarının orada olmadığını görünce çok korktu. Acılı babaya bir dert daha eklenmişti böylece ve baba kayıp çocuklarına ağıt yakmaktaydı. O zamandan sonra yakınlarda bulduğu bir delikte yaşamaya başladı efstatios ve orada Tanrı’ya gece gündüz dua ediyor Ondan her nerede bulunuyorlarsa karısını ve çocuklarını koruması için tüm kalbiyle yalvarıyordu. Bütün bu yaşadıklarına rağmen aziz Tanrı’ya yaşadığı sorunlar için şükr ediyordu çünkü biliyorduki Tanrı ona hediyesini karşılığınca verecektir. Bir gün bazı köylüler Efstatios’u bularak onu yanlarına aldılar ve Viritos denilen köye gönderdiler. Orada yaşayabilmek için bir üzüm bağında bekçi olarak çalışmaya başladı. 13 sene boyunca namusuyla çalışarak efendisinin güvenini kazandı. Bütün köylüler onun kişiliği hakkında konuşuyor onu insanlığını örnek alıyorlardı. Ama kim bilebilirdiki bu adamın bir zamanlar Roma’nın düşmanlarını yok ettiğini? Efstatios her zaman sade ve inançlı bir inandı ve bu yüzden hiç bir zaman parlak geçmişiyle övünmüyordu.
Bir diğer yandan Traianos krallığını irana kadar büyütmek istiyordu. Yabancı güçlerin Roma ordusuna saldırması sonucunda ise Roma ordusunda büyük kayıplar meydana gelmişti. Roma ordusunun komutanları bu akınlardan kurtulmanın tek yolunun Efstatios’u geri çağırmak olduğuna karar verdiler. Kral hemen bir emir çıkartarak azizin geri getirilmesini emretti. Uzun bir aradan sonra askerler azizi bularak ona kendilerini savaşta önderlik yapmasını önerdiler. Aziz yeniden kıyafetlerini giymeyi kabul etti. Aziz köyden giderken köylüleriyle vedalaştı ve o zaman köylüler bağlarını koruyan bu adamın gerçek kimliğini anladılar.
Roma yolunda bir çok şehir azizi övüyor onu sevgi ile karşılıyordu çünkü tek kurtuluş yolları azizin onlara savaşta liderlik etmesi idi. Aziz bir şehirden geçerken yüce Tanrı karı kocanın tekrar buluşmasını istedi ve aziz eşini yıllardan sonra buldu. Her ikiside hallerinden memnun bir şekilde Romaya doğru yollarına devam ettiler. Orada onları dahada mutlu bir haber bekliyordu. Her iki çocuklarıda sağ her ikiside Roma ordusunda düşmanlarla savaşmak için asker olmuş gençlerdi. Zor ve çetin geçen savaşların ardından Roma’nın düşmanları geri çekilmek zorunda kaldılar. O zamandan sonra tekrar birleşen aile mutluluk içerisnde yaşadı.
O zamanlar kral Traianos vefat ederek yerini Hristiyan düşmanı olan oğlu Adrianos’a bıraktı. Bütün krallıkta barış sağlandıktan sonra kral yenilgisiz komutanını ona teşekkür etmek ve putlara adak dilemek için yanına çağırdı. Binlerce insan azize sevgi gösterisinde bulunmak için toplandı. Aziz ailesiyle beraber mekana geldiğinde herkes hep bir ağızdan onun ismini bağırıyordu. Kral o sırada komutanını putlara adak dilemek için yanına çağırdı. Aziz kendisine sunulan sonsuz zenginlige önem vermeyerek binlerce insanın önünde şunları söyledi:
- Gerçek Tanrı yalnızca bir tanedir, insanların kurtarıcısı Mesih İsa’dır o. Ben yalnızca Ona inanır yalnızca Onu Tanrım olarak kabul ederim.
Kral bunun üzerine azizin eşine ve çocuklarına putlara tapınmaları emrini verdi ama onlarda bunu red ederek cesaret içerisinde tek ve gerçek olan Mesih İsa’yı kabul ettiler. Kral azizin savaşlardaki başarısını unuturak kendisinin ve ailesinin acımasızca dövülmesini emretti. Aziz ve ailesi acımasız işkencelere boyun eğmediğinden onları hapse attılar ve bir kaç gün sonra onları hayvanlara yem yapmak için şehrin arenasına götürdüler ancak hayvanlar Tanrı’nın isteği doğrultusunda azizlere dokunmadılar. Bunun üzerine aileyi yanan bir kazanın içerisinde üç günlügüne yakma kararı aldılar. Böylece azizlerin kutsal bedenleri Tanrı’ya teslim olurken azizlerin bedenleri ateşten kesinlikle zarar görmemiş bir şekilde bulundular. Bu olaylardan duygulanan hristiyanlar bedenleri alarak onlara layık bir şekilde gömdüler. Olayın olduğu tarih 126 yılının Eylül ayıydı. Azizin ve ailesinin yortusu kilisemiz tarafından her sene 20 Eylülde kutlanmaktadır.

AZİZ APOSTOLOS NEOS - (ΑΓΙΟΣ ΑΠΟΣΤΟΛΟΣ Ο ΝΕΟΣ)

AZİZ APOSTOLOS NEOS

Türklerin Yunanıstanı ellerinde bulundurdukları zamanlardan birinde sultanlık yapmış olan 4. (dördüncü) Mehmet döneminde Hristiyanlar nerede ise Yunanistan’ın her bir tarafına yayılmış olan türkler tarafından işkence görüp öldürüldüler. O zamanlar Volos şehrinin Aziz Lavrentios köyünde Tanrı korkusuyla yaşayan bir aile vardı. Bunların adı Kostas Stamtiu ve Melpo idi. Fakir ancak çalışkan ve namuslu bir aile idiler. 1667 yılında doğan çocukları Apostolos’a öncelikle Tanrı’yı sevmeyi ve saygı göstermeyi öğrettiler. Aziz 15 yaşına geldiğinde yatim kaldı. Böylece İstanbul’a giderek orada bir handa garson olarak çalışmaya başladı. Memleketinden uzak bir yerde hiç bir zaman inançının dışına çıkmayarak İncil’in isteklerini yerine getirmek için sürekli uğraş veriyordu. Bundan dört yıl sonra azizin memleketinide taş kalpli bir bey insanlardan inanılmaz yüksek derecede vergi alıyor onlara çok sert davranıyordu. O bölge aslında Sultan Mehmetin annesi Valite Sultana aitti. Sultanın annesine şikayette bulunmak isteyen bir kaç kişiyi bey tutuklatarak hapse attırdı böylece hristiyanlar direk Valide sultanla görüşecek olan üç kişiyi daha İstanbul’a gönderdi. İstanbul’a vardıkları zaman bölgeyi bilmediklerinden kendilerini sultana götürecek olan Apostolos’la buluştular. Aziz hemşehrilerine yardımcı olmak için Yusuf ağaya gidecek ve ona beyin yaptıklarını anlatacaktı. Ağa azizi gördüğünde nereden olduğunu sordu.
- Bsen senin liderlik yaptığın bu şehrin bir oturanıyım!
Ancak Yusuf ağa azizi o aralar İstanbul’da bulunan zalim beye kendisini bu hareketinden dolayı cezalandırması şçşn ona gönderdi. Bu beyin ismi Voevodas idi. Voevodas azizden memleketinden uzak durduğu dört sene için vergi ödemesini istedi. Aziz şu cevabı verdi:
- Benim hiç param yok. Bana ait olan tek şey köydeki evimdir. Eğer istersen al sat ve vergilerden olan parayı oradan al.
Voevodas azizin teklifini duyduğu zaman çok sevindi çünkü evden alacağı para vergiden alacağı paradan çok daha fazla idi. Böylece tutuklatmış olduğu diğer üç kişiyi sultanın bir şey duymayacağı şartıyla serbest bıraktı. Azizin köylülerinden bir tanesi azizi o kadar çok kıskandıki hemen Voevodas’a giderek azizin daha genç olduğundan sultanın annesine gidip herşeyi anlatacağını ve bu yüzden onun serbest kalmaması gerektiğini söyledi. Voevodas hemen azizin hapse atılmasını ve zincirlerle bağlanmasını emretti. Bu emrin ardından ikinci emri azizin ölene kadar her gün dövülmesini ve işkence görmesi idi. Bir gün aziz Apostolos ayağının bir tanesini zincirlerden çıkartmayı başararak hapisten kaçmaya çalıştı. Ancak bu Tanrı isteği ile olmadı çünkü eğer olsaydı Apostolos Tanrı katına aziz olarak çıkamayacak ve günümüze dek anılmayacaktı. Askerler azizin kaçmak istediğini farkettiklerinde onu yakalayarak Voevodas’a götürdüler. O hemen bir sopa alarak azize acımasızca vurmaya başladı. Aziz beye şunları söyledi:
- Bana neden vuruyorsun acımasız adam benim senden ve askerlerinden daha yüce olduğumu bilmiyormusun?
Voevodas hemen durarak hayretler içerisinde azize neden kendilerinden daha üstün olduğunu sordu.
- Neden mi daha üstünüm? Acaba sende mi müslümansın?
Askerler bunu azizi müslüman yapmak için fırsat sayarak:
- Evet işte bunu söyledi. Müslümanlığı kabul etti ve biz artık onun fikir değiştirmesine izin vermeyeceğiz.
Türk beyi hemen azizin sünnet edilmesi için bir sünnetçi çağırılmasını emretti. Aziz cesaret içerisinde şunları söyledi:
- Ben sizden üstünüm dediğim zaman Hristiyan olduğumu söylemek istiyorsum. Dinimi değiştireceğime Hz. İsa adına kafamı kesmenizi tercih ederim.
Azizin genç yaşına aldırmadan ona vuruyor, tükürüyor ve küfür ediyorlardı. Bütün bunlara rağmen aziz inancını yğtğrmiyor tam aksine Hz. İsa’nında gerçekler adına düşmanlarından ölümüne kadar işkence çektiğini hatırlıyordu. Azizi paşanın yanına götürdüler ve orada sözde azizin önce müslüman olduğunu ve daha sonra fikir değiştirdiğini söylediler. Vezir azizin fikrini değiştirmek için güzel bir at ve çuvallar dolusu altın ve gümüşü karşısına getirerek ona şunları söyledi:
- Eğer müslüman olursan hem ölümden kurtulacaksın hemde sana vereceğin bu hediyeleri alacaksın.
Ancak aziz bu hediyelere hiç bir önem vermeyerek vezire şunları söyledi:
- Ne yapacaksanız en kısa zamanda yapın çünkü ben kurtarıcım olan Mesih İsa adına canımı vermeye hazırım. Eğer beni yakacaksanız odunları ben toplayacağım! Eğer beni asacaksanız ipimi ben çekeceğim! Eğer başımı kesecekseniz bıçağı ben bileyleyeceğim! Ama eğer benim din değiştirmemi istiyorsanız öşreninki bu hiç bir zaman olmayacaktır!
Vezir bu gencin direncini ve inancını gördüğü zaman onun dinini değiştiremeyeceğini anladı ve hapse atılmasını ertesi gün ise kafasının kesilmesini emretti. Barbar işkenceciler azize bütün gece ucunda diken olan kamçılarla vuruyorlar onun bedeninde yaralar açıyorlardı. Sabah olduğunda askerler azizi idam edileceği yere götürürken aziz mutluluk içerisindeydi. Yolda gördüğü Hristiyanlara selam verdi. Hristiyanlar azizin sonunun geldiğini anladıklarında uzaklardan onun sok dakikalarını izlediler. İşkenceci azizin kafasına üç kere vurduktan sonra son darbeyi de indirerek kafasını kesti. Olayın olduğu tarih 16 Ağustos a686 yılı idi. Askerler bir kenara çekildiklerinde bir çok melek azizin bedeninin etrafında toplanarak şükredici dualar etmeye başladılar. Tanrı isteği ile meleklerin görüntüsü askerlere gözüktü ve askerler hristiyanların bedeniçalmak istediklerini zanneerek kılıçlarına sarılıp saldırdılar ancak bedenin yanına vardıklarında bedenin yanında kimseler yoktu.Askerler olan bu mucizevi olayın hala ne olduğunu anlamamışlardı. Akşam üzeri yollarda insanların çoğalması ve hristiyanların bedeni görmesi korkusuyla askerler azizin kutsal bedenini suyun dibine batsın diye Haliç’e attılar. Azizin bedenini suya attıkları sırada bir mucize gerçekleşti. Azizin badeni suyun dibine batmak yerine suyun yüzeyinde duruyordu. Bedeni kıyıya vurduktan sonrada askerlerin gözlerinden kayboldu. Azizin son dakikalarını izleyen hristiyanlar hemen Patriğe giderek aziz Apostolosa yapılanları anlattılar. Bunun üzerine Patrikhane azizin kutsal başını Türklerden isteyerek kurtuluşta Aziz Dimitrios kilisesinde yüz yıl boyunca muhafaza ettiler. 1795 yılında Selefkia metropoliti Dositheos başı alarak Aziz Lavrentios köyüne göndermeyi başardı. Azizin eskiden evinin bulunduğu noktaya onun anısına kilise inşa eden hristiyanlar azizin kutsal başını oraya koydular. Aziz Apostolos 19 yaşında günahsız Mesih İsa adına hiç bir korkuya ödün vermeden canını verdi. Ölümden ve işkencelerden kurtulmak için bir saniye olsun müslüman olduğunu kabul etmedi. Tanrı şehitleri arasında ayrım yapmadığından oda cennetteki yereni aldı. Azizin yortusu kilisemiz tarafından her sene 16 Ağustos tarihinde kutlanmaktadır.

AZİZ ATHANASİOS - (ΑΓΙΟΣ ΑΘΑΝΑΣΙΟΣ)

AZİZ ATHANASİOS



Aziz Athanasios İ.s. 297 yılında Mısır’ın İskenderiye şehrinde dünyaya geldi. O zamanlar kral Hristiyanların düşmanı olan Maksimianos idi ve onun ardından da kral Maksiminos oldu. Küçük yaşta ailesi sayesinde Hristiyanlığı iyice tanıdı ve Tanrı’yq tüm kalbiyle bağlandı. Yaşı büyüdükçe yaşıtlarıyla oynamak yerine büyüklerle oturup ruhsal ve manevi konuları konuşmayı tercih ediyordu. Aziz Athanasios bilgili bir insandı. Kutsal yazıları dikkatlice okuyordu. 18 yaşına vardığında Kutsal Kitab’I ezbere biliyordu. O zamanlar azizi İskenderiye Patriği yanına çağırmıştı. Patrik azizin temiz kalbini ve kişiliğini gördüğü zaman hemen hiç düşünmeden onu Diakoz yaptı. Aziz o zamandan sonra sürekli Tanrı üçlüğünden bahseden kitaplar yazmaya başladı. Bunlardan başka aziz putperestlerin sahtekarlığını ve yalancılığını açıklayan kitaplarda yazdı. Onun bu kitapları sayesinde bir çok kişi yalnış yolda olduğunu anlayarak vaftiz oldu.
O zamanlar İskenderiye’de yeni bir tarikat ortalığı ayağa kaldırmıştı. Arion adında bencil ve kendini bilmez bir bir din adamı Mesih İsa’nın Tanrı olmadığını ama Onun yalnızca Tanrı’nın yarattığı bir varlık olduğunu savunuyordu. Halkı bu söyletisiyle kolayca kandırıyor kendisine onları taraftar yapıyordu. Bu sorun üzerine Büyük Konstantin soruna bir çözüm bulmak için hemen Ekümenik Konsil yapılmasını istedi. Böylece İ.s. 325 yılında 318 tane piskopos İznik’te toplandılar. Bunların arasında bugün aziz olarak andığımız Nikolaos, Markellos ve Spiridonas’ta bulunmaktaydı. İskenderiye Patriği bu konsile kendisi katılamayınca diakozu olan Athanasios’u gönderdi. Konsil başladığı zaman Arion ve Taraftarları eğitilerinin sonuna kadar arkasında duracaklarını belirttiler. Bunun üzerine genç Athanasios Sözü alarak Ortodoksluğun gerçek olduğunu kanıtlayarak Arion ve taraftarlarının sahtekar olduğunuda herkese kanıtlamış oldu. Ortodoks kilisesinin haklı çıkması ile konsil kısa bir süre içerisinde sona erdi. Aradan bir yıl geçtikten sonra İskenderiye Patriği vefat etti. Bunun üzerine Athanasios’u seven ve ona güvenen halk onu kendilerine yeni baş olarak seçti. Arion tarikatı taraftarları Azizin Patrik olduğunu öğrendikleri zaman bu olaya çok kızdılar. Azizi küçük düşürmek için sürekli bir hatasını arıyorlardı ancak her hareketleri boşa gitmekteydi çünkü aziz haksızlığa ödün vermeden yaşamaktaydı. Bir gün Arioncular Kopmuş bir kol alarak sınır dışı edilmiş olan Arsenios adındaki bir adamın kolu olduğunu ve bunun Patrik Athanasios tarafından kesildiğini savundular. Böylece Tiru Konsilinde aziz Mahkum sandalyesine oturacaktı. Konsilden bir gece önce Arsenios Azizin yanına gelerek ona şunları söyledi:
- Azizim benim sınır dışı edilmiş olmamdan dolayı buraya gelemeyeceğimi zannediyorlardı. Ancak ben sana yardım etmek için buradayı!
Ertesi gün azizin yargısı başladığında aziz Arion taraftarlarına hala suçlamaya devam edip etmediklerini sorduğunda onlar suçlamaya devam ettiler.
- Hala o kolu benim kestiğime inanıyormusunuz?
- Evet bu kolu sen kestin!
O sırada Arsenios içeri girerek herkese sağlıklı olduğunu gösterdi ve böylece aziz rezil Arion taraftarlarını yalancı çıkarttı.
Azizle baş edemeyen saygısızlar başka bir neden daha bularak azizi tekrar suçladılar. Günahkar bir kadına para veren saygısız Arioncular onun gidip herkese azizin kendisiyle günahkar işler yaptığını söylemesini istediler. Kadın Konsile giderek tarikatçıların ona söylediklerini yaptı. Kucağında bir de bebek tutmaktaydı. Bir kez daha Aziz yargılanmayı ve yalana karşı koymayı kabul etti. Onunla birlikte haksızlığa dayanamayan Timoteos adında bir papazda yargıya gitti. Timoteos kadının yanına giderek ona:
- Bu çocuğun benim olduğunu söyleyip beni suçluyorsun öylemi?
Kadın Timoteos’un Aziz olduğunu zannederek ona:
- Evet bu çocuk senin ve benim hayatımı mahvettin!
Bunu görenler kadının yalan söylediğini anlayarak azizi bir kez daha serbest bıraktılar. Aziz kısa bir süre sonra kralın düşmanı olduğu gerekçesiyle krala şikayet edildi. Kral Büyük Konstantin buna inanarak onu 336 yılında Fransaya sürgün etti. İki yol sonra Kral Konstantin vefat ederken son isteği Azizin sürgünden geri dönmesi idi. Daha sonra tahta Oğlu Konstantin geçti. Halk bu olaydan çok memnun bir şekilde yollara çıkarak azizi karşıladı. Ancak Arioncular bir kez daha kurnaz bir plan hazırladılar. Arioncular Azizin Tiru Konsilinde Patriklikten kovulduğunu duyurdular ve Petrikliğe Arioncu Griogorios’u getirdiler. Grigorios genç bekire kızların dövülmesini, Tanrı korkusuyla yaşayanların hapse atılmasını ve kendisinden şikayetçi olanların cezalandırılmasını emretti. Böylece aziz bir kez daha sürgün edildi. Bu sefarki sürgün mekanı Roma idi. Üç yıl sonra dönemin Roma Kralı Konstandas Sardiki şehrinde sürgünde bulunan Patrik Athanasios konusunda ne yapacağına karar vermek için Konsil olmasını istedi. Aziz bu konsilde suçsuz bulunarak Arioncu Patrik Grigorios ve papazlarını kovdu. Aziz hemen memleketine dönerek orada onu çok seven ve her zaman destekleyen halkı tarafından sevgiyle karşılandı. Aradan bayağı bir zaman geçtikten sonra Tanrı korkusu bilmeyen Sirianos adında bir komutan beş bin askeriyle berabar Aziz Teona kilisesine saldırdı. Orada Aziz Athanasios Yüzlerce Dindarla berabar gece kilisesi yapmaktaydı. Acımasız askerler bir çok inaçlı kişiye işkence yaptı bir çok kişiyide hapse attı. Aziz mucizevi bir şekilde kiliseden çıkarak Hristiyan bir kadının evine saklanmayı başardı. Aziz bu olaydan sonra üç kere daha sürgün edildi ve böylece on beş yıl daha memleketinden uzak yaşamak zorunda kaldı. Aziz sürgündeyken bile bir çok kez acımasız askerler tarafından saldırıya uğradı ancak Tanrı’nın ve halkın yardımıyla bunlardan kurtuldu. Tahta Ualis çıktığı zaman halk Arioncuların azize haksız şekilde saldırmalarından dolayı ayaklandı. Kral bu olaydan korkarak azizin İskenderiye halkına iade edilmesini emretti. Böylece aziz bir kez daha halkına geri dönerek haklılık için savaşmaya devam etti. 46 yıllık Patriklik görevinden sonra temiz ruhu ve bedeni 76 yaşında çarpmaya son vererek vefat etti. Aziz Athanasios Kilisemiz tarafından 18 Ocak’ta anılmaktadır.

AZİZ DİMİTRİOS ( PELOPONİSSİOS) - (ΑΓΙΟΣ ΔΗΜΗΤΡΙΟΣ Ο ΠΕΛΟΠΟΝΗΣΣΙΟΣ)

AZİZ DİMİTRİOS ( PELOPONİSSİOS)


Aziz Dimitrios Arkadias’ın Ligudista köyünde dünyaya geldi. Ailesi Hristiyandı. Annesinin erken vefatı üzerine babası tekrar evlendi. İkinci karısı sert bir insan olmakla beraber Dimitrios ve büyük kardeşiyle hiç ilgilenmiyordu. Dimitrios’un babasının adı İlyas’tı. Böylece bu iki çocuk evlerinden ayrılarak Tripoli şehrine iş bulmaya gittiler. Bunlardan bir tanesi Türk bir aileye hizmetçi olarak alındı genç olan ise inşaatlarda iş buldu. Bir zamanlar onlarla kavga ederek yanlarından ayrıldı. Bunun üzerine bir Türk berberinde iş buldu. Efendisinden etkilenerek Hristiyanlığı bırakarak türk elbiseleri giydi ve müslüman oldu. Kardeşi onu gördüğü zaman oda aynısını yaptı. Kısa bir zaman sonra babaları İlyas oğullarının Türkleştiğini öğrendi. Bunun üzerine onlarla konuşmak için Tripoli şehrine gitti. Dimitrios babasının geldiğini öğrendiğinde utanarak saklandı. Babasını görmeye utandığından düşüncelere kapılarak üzülmeye başladı ama daha fazla üzüldüğü şey dinini bırakması idi. Böylece berberden kaçmak için sürekli olarak fırssat arıyordu. Bazı hristiyan tanıdıklarının yardımı ile adalardan birinde bulunan Vaftizci Yahya manastırına vardı. Orada günahları için af diledikten sonra yaptıklarına pişman oldu. Başrahip Dimitrios’u Hio mitropoliti aziz Makarios’un yanına gönderdi. Aziz Hio’ya vardığı zaman mitropolit onu sevgiyle karşıladı. Daha sonra aziz başından geçenleri anlattıktan sonra bedenini Mesih İsa’ya adamaya karar verdiğini söyledi. Mitropolit onun bu kararına hayran kalarak ruhu ile ilgilenmesini söyledi. Aziz en kısa zamanda cennete gitmek istiyordu. Sürekli olarak Tanrı’nın onu affetmesi için dua ediyor ve ağlıyordu. Bir çok kez üzüntüden kendisine zarar veriyordu ve hatta burnundan kan akıyordu. Başka bir zaman soğuğun içerisinde dağlara çıkıyor orada gece gündüz dua ediyordu. Paskalya bayramı geldiğinde aziz isteğini yerine getirmek için Tripoli şehrine gitti. Orada bazı tanıdıklarıyla karşılaştığında kararını onlara açıkladı. O zaman papaz olan Antonios adında bir kişi:
- Bu gece hep beraber dua edelim. Tanrı bize ne gösterirse onu yapacağız.
Dimitrios bu karara saygı duyarak şehrin dışındaki Aziz Nikolaos kilisesinde kalmak için oraya gitti. Aynı gece papaz Tanrı’sal bir rüya gördü. Ayrıca aziz aynı gece dua ederken beyazlar içerisinde bir adamın üç kez kendisine göründüğünü gördü. Azize şunları söyledi:
- Selam sana Dimitri, sen cesaretli ol bende senin yanında olacağım.
Böylece aziz isteğinin yerine gelmesinin Tanrı isteği olduğunu anladı. Günahları için af diledikten sonra şehrin içerisinde Türk’lerin onu tanıması için üç tur attı ancak kimse onu tanımıyamıyordu. Bunun üzerine eskiden çalıştığı berbere girerek selam verdi ve tanıdıklarına paskalya bayramında hristiyanların selamlaşma yöntemi olan “ Mesih dirildi” kelimesini söyledi. Onlar ona kim olduğunusorduğunda o eskiden dinini değiştiren Dimitrios olduğunu açıkladı. Dinini kabullenmek için ve Mesih İsa adına kanını dökmek için oraya geri dönmüştü.
- Eğer ölmek istiyorsan gel seninle bahçeye çıkalım orada bileklerini jiletle keseceğim.
O büyük bir mutlulukla hemen bahçeye koştu ve sevinçle önünde eğildi ancak Türk daha sonra karar değiştirdi. Bu arada şehirde bir kişini önce müslüman olup daha sonra tekrar Mesih İsa’ya inandığı duyuldu. Müslüman bir adam bunu öğrendiği zaman berbere giderek Dimitrios’u alarak elbiselerini satmak için onu bir dükkana götürdü. Şans eseri dükkan sahibide hristiyandı. Bunun üzerine dükkan sahibi adama para karşılığı azizi serbest bırakmasını teklif etti. Ancak aziz yalvararak:
- Lütfen benim için paranı verme. Benim Tripoli’ye gelmeketki amacım bu zaten.
Bunun üzerine Türk adam azizi alarak Türk beyine götürdü oda azizi savcıya gönderdi. Savcı azizi gördüğü zaman kim olduğunu ve neden dinini değiştirdiğini sordu. Aziz yunancada savcıya önceden hristiyan olduğunu şimdide hristiyan olduğunu ve hristiyan olarak ölmek istediğini söyledi. Savcı yunanca bilmediğinden etrafında bulunanlardan tercüme etmelerini istedi. Yunanlılardan nefret eden biri savcıya daha önceden Türk olduğunu ve halen Türk olduğunu söyledi.
- Hayır! Ben hristiyan doğdum ve hristiyan olarak öleceğim.
Diye cevap verdi aziz.
Bunun ardından savcı azizin başının üç darbeyle öldürülmesini emretti. Aziz mutlu bir şekilde günahını ödemek için öldürüleceğinden sevinçle kararı kabul etti. İşkenceciye yaklaştığında sevinçle diz çöktü ve kafasını uzattı. O onu kaldırarak daha önceden çalıştığı berbere götürdü. Dimitrios bir kez daha diz çökerek ölümünü beklemeye başladı türkler ise cesaretine hayran kaldılar. Ardından onu tekrar oradan kaldırarak balık çarşısına götürdüler. Daha sonra azizin kafasına üç kere güçlü bir şekilde vurduktan sonra azizi öldürdü. O zaman 14 Nisan 1803 idi. Saat ise öğlenden sonra 3 idi.

AZİZ DİMİTRİOS - (ΑΓΙΟΣ ΔΗΜΗΤΡΙΟΣ)

AZİZ DİMİTRİOS



Aziz Dimitrios zengin bir ailenin çocuğu olarak 260 yılında Selanikte dünyaya geldi. İlk eğitimini ailesinden aldı. Genç yaşa vardığında memleketine asker olarak hizmet etmek istedi. İnançlı,zeki ve cesur bir insan olduğundanda kısa bir sürede komutan makamına ulaştı. O dönemde Hristiyanların baş düşmanı olan Dioklitianos Roma Kralı idi ve Anadolu sorumlusu ise damadı Maksimianos idi. Maksimianos azizin özelliklerini gördüğünde hristiyan olduğunu bilmeden onu Selaniğe Dük olarak atadı. Aziz bu makama ulaştığında korkusuzca hristiyanlığı askerlerine eğitiyor ve onlara putların sahte ve insan işi olduğunu anlatıyordu. Bir çok asker azize eğitim almak için gidiyordu. Kısa bir zaman içerisinde bir çok kişi putperestlik tuzağından kurtularak hristiyan oldu.
Bir gün putperestlerden bir kaçı Maksimianos’a giderek azizin putlara karşı konuştuğunu ve tek ve gerçek tanrının Mesih İsa olduğu eğitisini yaydığını bildirdiler. Maksimianos bundan emin olmak içinde bütün üst düzey komutanlarını putlara tapınmaları için devet etti. Azizin tapınağa gelmeyi red ettiğini görünce onu yargılamak için karşısına getirilmesini emretti.
- Dimitrios neden putlara tapınmaya çağırdığımda gelmedin? Neden bunu red ettin?
- Efendim hiç bir zaman senin emirlerinden dışarı çıkmadım ve hiç bir zaman senin büyüklüğünü küçümsemedim. Ancak Mesih İsa’ya daha sadığım çünkü O benim ve bütün insanlığın kurtarıcısıdır. Ve bu yüzden sizin o sahte tanrılarınıza tapınmayı red ettim.
Maksimianos bu sözlere kızarak azizin karanlık bir odaya kapatılmasını emretti. O oda bir hamamınaltında bulunduğundan her yerde pis bir koku ve kirli su vardı. Azizi odaya attıkları zaman bir akrep yuvasından çıkarak azize saldırmaya kalkıştı. Aziz haçını yaptıktan sonra üzerine bastı ve akrebi öldürdü. O sırada Tanrı’nı meleği azize görünerek altın Taç takarak ona şunları söyledi:
-Dimitrios cesaretli ol ve düşmanlarını yeneceksin.
Bunun üzerine aziz inancının şeytanı yeneceğini anladı. Bu yüzden hapishanede acı çekeceği yerde Tanrı’ya şükr ediyor ve sevinç içerisinde dua ediyordu. Tanrı’nın şehidi Dimitrios hapishanede yaklaşık olarak bir sene kaldı. Bütün bu zamanda öğrencileri ziyaretine geliyor oda onları eğitiyordu. 291 yılında Selanik arenasında teke tek dövüşler gerçekleştirildi. Arenada Maksimianostan başka Dioklitianos’ta bulunmaktaydı. Bu iki efendi ve putperest halk Lieos adındaki savaşçıyı destekliyorlardı. Lieos çok güçlü ve devasa bir insandı. Daha hiç kimseye yenilmemiş onunla savaşanlarında hayatını bağışlamamıştı. Bu savaşcı stada çıktığı zaman hristiyanlara küfür ediyor onları kendisiyle savaşmaları için arenaya çağırıyordu. Azizin öğrencilerinden Nestoras bu sözleri duyduğunda bu devasa adamı öldürmek için öğretmeni olan azize giderek onu kutsamasını istedi.
- Git sevgili kardeşim. Düşmanını yeneceksin ama Mesih İsa adınada Şehit olacaksın.
Nestoras sevinç içerisinde stada döndü. Bir kılıç alarak savaşmak için arenaya çıktı. Halk genç hristiyanı gödüğünde onunla dalga geçip gülüyordu. Liesos gence şunları söyledi:
- Sen beni yenemezsin ve ölmek içinde çok gençsin.
- Sen öleceksin ve bende seni yeneceğim!
Bu sözler üzerine Lieos Nestoras ile savaşmayı kabul etti. Dimitrios’un öğrencisi haçını yaptıktan sonra haykırarak:
- Dimitrios’un Tanrı’sı bana yardım et!
Kılıcını kaptığı gibi saldırarak tek bir vuruşla devasa adamı yere yığdı ve onu öldürdü. Bütün arena sessizliğe büründü. Hayatında hiç bir zaman savaşmamış olan 20 yaşındaki bir genç putperestlerin sevgili kahramanını öldürmüştü. Bunun üzerine kral genci yanına çağırarak:
- Hangi büyülerle yenilmez Lieos’u yenmeyi başardın?
- Büyülerle yenmedim. Gerçek Tanrı olan Mesih İsa’nı gücü ile yendim!
Diye cevap verdi Nestoras.
Olaydan çok kızgın olan kral Lieos’un ölümüne neden olan kılıçla kendisininde öldürülmesini emretti. Böylece aziz Nestoras öğretmenininde söylediği gibi Mesih İsa adına şehit oldu. Yortusu kilisemiz tarafından 27 Ekim’de kutlanmaktadır. Aziz Dimitrios Mesih İsa adına kanını dökeceği anı sabırsızlıkla bekliyordu. Kral Nestoras’ın galibiyetini Hristiyanlığın putlara karşı bir galibiyeti gibi algıladığından çok sinirlendi. Bu yüzden askerlerine Azizinde öldürülmesini emretti. Askerler hapse girdiklerinde aziz sağ kolunu kaldırarak onu kılıçlamalarını bekledi. Bedeninin ölümüyle Tanrı’nın sonsuz krallığına kavuşacaktı. Askerler azizin karnının yan tarafına indirdikleri kılıç darbeleriyle azizi öldürdüler. Azizin bedenini hristiyanlar öldüğü yere gömdüler. Ama o zamandan beri mezarının içerisden muhteşem bir koku yayılmaya ve muhteşem kokulu bir su akmaya başladı. O kirli mekan muhteşem kokuyor kimse bu olayın ne olduğunu anlayamıyordu. Bugüne kadar azizin bedeninin bulunduğu kilisede azizin yortusunun olduğu gün bütün kilise muhteşem kokuyor ve insanlar bu su ile kutsanıyorlar. Bir çok kişi hastalığına derman buluyor. Azizin yortusu kilisemiz tarafından 26 26 Ekimde kutlanmaktadır. Bundan başka aziz Dimitrios Selanik şehrinin koruyucusudur.

AZİZE ANASTASİA - (ΑΓΙΑ ΑΝΑΣΤΑΣΙΑ)

AZİZE ANASTASİA



Azize Anastasia’nın doğum yeri Romadır. Azize Krallar Dekios, Valerianos ve Gallos’un krallık yaptığı dönemde yaşamıştır. Ailesi zenin insanlardı. Küçük yaştan Mesih İsa’yı o kadar çok sevdiki kendisini ona adamaya karar verdi. O zamanlar manastır bulunmadığından kendini Tanrı’ya adamak isteyen kadınlar hep beraber bir evde kalıyorlar ve insanlara yardım edip Tanrı yolunda yaşıyorlardı. İşte böyle bir eve yerleşen Anastasia Tanrı’nı hoşuna gidecek bir hayat yaşamak istiyordu. O evde bilgili bir başrahibe yaşamaktaydı. Bu rahibenin adı Sofia id ve azizeye dinini sağlamlaştırmasında yardımcı oldu. Aradan bir kaç yıl geçtikten sonra bazı putperestler bölge sorumlusuna giderek azizeyi şikeyet ettiler. Aziznin putlara tapacağı yerde Mesih İsa’yı duyurduğunu belirttiler. Efendi hemen askerlerine emir vererek azizeye yargılamak için karşısına getirtti. Askerler azizeyi tutuklamak için eve geldiklerinde başrahibe şunları söyledi:
- Kızım bu kadar zamandır kazanmak için savaş verdiğin Tanrı’nın krallığını kazanma şansı geldi. Tanrı’yı cesaretle kabullenme zamanı geldi. Söyle bana kızım acılara dayanabilecekmisin yoksa Mesih’i redmi edeceksin?
- Sevgili anneciğim hiç bir zaman bana eğittiklerini unutmayacağım. Bir şeyi sevdiğimiz zaman onu kaybetmemek için elimizden ne gelirse yaparız ama birde bu Mesih İsa olursa o zaman nasıl vaz geçebilirim? Günahsız olan efendim Mesih İsa adına her türlü acı çekilmeye değerdir.
Daha sonra askerler sanki azize kaçacakmış gibi onu bağladılar ve efendinin önüne götürdüler. Tatlı bir dille efendi azizeyi kandırmaya çalıştı. Başaramayınca efendi tehtitlere başladı. Bunun üzerine azize cevap verdi:
- Beni putların tuzağına düşürmeye çalışma. Görmüyormusun senin inandığın bu tanrıların ayakları var ancak yürüyemiyorlar, gözleri ve kulakları var ancak ne duyarlar ne de görürler! Bunlar insan yapımıdır ve şeytan tarafından kullanılırlar! Bunu bilki Tanrı yalnızca birdir yalnızca Mesih İsa’dır!
Efendi bu cevaptan o kadar küçük hissettiki kendini, hizmetçilerine azizenin acımasızca azizenin suratına vurmaları ve dişlerini kırmaları için emir verdi. Daha sonra efendi azizeye tekrar tapınması için emir verdi. Azize bunu red edince efendi azizenin herkese rezil olması için onun çırılçıplak soydurulmasını emretti. Azize bu utança göğüs geriyor ve utancı yüzünden dinini red etmemek için Tanrı’ya sürekli dua ediyordu. Daha sonra şeytani efendi yere çakılı dört direğe azizenin asılmasını ve altına ateş yakılmasını emretti. Bundan başka askerlerine azize yanarken sırtını kamçılamalarını emretti. Azizenin vucudu kötüten kötüye gittikçe azizede bundan cesaret alarak Tanrı’ya şükr ediyordu. Daha sonra acımasız efendi azizenin bir tekerleğe bağlanmasını emretti. Bu tekerleğin üzerinde azizenin kemikleri kırılmaktaydı. Tanrı’nın inançlı kulu dua ederek şunları söyledi:
- Tanrım bedenim yandı ve kemiklerim kırıldı! Tanrım sana yalvarıyorum bir kez daha putperestlerin utanması için gücünü göster ve bana güç ver!
Azizenin duası o anda kabul oldu ve azize eski sağlığına kavuştu. Artık hiç bir yarası yoktu. Efendi mucizeyi gördüğünde yenildiğini anladı ve kudurdu. Bunun üzerine işkencecilere emir vererek demir tırnaklarla bedeninin yırtılmasını emretti. İşkenceciler azizeye yaklaştıkları anda elleri kurudu ve böylece Tanrı bir kez daha sevgili kulunu korumuş oldu. Günahlarından dönmek istemeyen efendi bunca mucize görmesine rağmen bir türlü vaz geçmiyordu. Zalim efendi azizeden intikam almak için de göğüslerinin kesilmesini emretti. Azize bütün bunlara rağmen cesurca acılara göğüs geriyordu. İşkenceciler hristiyan bir kadının bu kadar acıdan sonra hala dinini red etmemiş olmasına çok şaşırmışlardı. Tabi işkencecilerin ruhları kapalıydı. Onlar azizeye acı çektirdikçe yenilmez olan Mesih İsa ile savaştıklarını anlamıyorlardı. Daha sonra azizenin tüm dişleri ve tırnakları söküldü. Efendi bu yöntemle azizenin kararını değiştireceğini zannetiyordu. Azize Anastasia bütün bu işkencelere cesaretini ve inancını kaybetmeden katlandı.
- Neden vaktini kaybediyorsun bencil adam? Neden beni öldürmüyorsun? Neden Tanrım’la buluşmamı geciktiriyorsun? Ben beni bu kadar mucize ile koruyan Mesih İsa’mı bırakmam. Senin o cansız tanrılarına inanmam.
Efendi sözlere sinirlenerek dilinin kesilmesini emretti. İşkenceciler hemen bu insansızca emri yerine getirdiler. Olayı gören hristiyanlardan bir tanesi biraz su alarak azizenin yanına gitti. Askerler adamı gördüklerinde tutukladılar ve efendinin emri ile de başını kestiler. Bir kaç saat sonrada azizenin boğazını kestiler ve böylece azize ruhunu Tanrı’ya teslim etmiş oldu.
Bu arada başrahibe Sofia Azize Anastasia’nın dinini kaybetmemesi ve acılara dayanması için sürekli dua ediyordu. Sofia bir gece dua ederken Tanrı’nın meleği ona görünerek azizenin işkencelere dayandığını ve bu yüzden sonsuz hayatın tacını giydiğini ona belirtti. Daha sonra bedeninin nerede olduğunu belirtti ve böylece Sofia giderek bedeni aldı. Bazı hristiyanların yardımıyla Roma’da bir kilisede defnedildi. Kilisemiz azizenin yortusunu 29 Ekim’de anmaktadır.

AZİZE AVGUSTA TEODORA - (ΑΓΙΑ ΘΕΟΔΩΡΑ)

AZİZE AVGUSTA TEODORA



Azize Teodora Paflagonia bölgesine ait bir köydendi. Ancak Tanrı’ya bağlı olan Teodora’nın ailesi Marinos ve Teoktisti daha küçük yaşta iken İstanbul’a yerleştiler. Daha küçük yaştan Teodora Tanrı’ya olan sevgisi ve kibarlığıyla dikkat çekmişti. O zamanlar 829 yılından 842 İ.s. krallık yapan Teofilos Bizans imparatorluğunun Kralıydı. Evlenmeye karar verdiği zaman kral memleketin en güzel kızlerını saraya davet etti ve bunların arasında göze çarpan iki kızdan birtanesi Teodora öteki ise Kasiani idi. Kral en iyi olanını seçecekti. Hatta Kasiani’yi denemek amacı ile ona şunu söyledi : - Siz kadınların yüzünden bütün bu kötülükler... (Kral bu sözlerle hz. Havvadan bahsediyordu) ve bunun üzerine Kasiani krala bütün güzelliklerinde kadından geldiğini söyledi. (Kasiani bu sözleri ile Mesih İsa’yı doğuran Meryem anamızdan bahsediyordu. Bu cevabı duyan egoist Kral Teodorayı kendine eş olarak seçti. Bu olay üzerine Kasiani rahibe oldu ve büyük salının o muhteşem duasını yazdı. Diğer yandan ise Teodora kraliçe oldu. Kral Teofilos ikonalara karşı olan bir insandı ve bu yüzden hristiyanlara ikonalara dua etmemeleri ve onlara tütsü yakmamaları konusunda yasak getirdi. Bu yetmiyormuş gibi birde ikona karşıtı dönemin Patriği İoannis Grammatikos ile iş birliği yaparak ikonalara inanan ve onlara değer veren herkesi kendi inaçları doğrultusunda Tanrı katında lenetlediler. Hatta onların adına ikona tapınanları adını verdiler. Devamında Teofilos bütün hristiyan kiliselerinden ikonaların çıkartılmasını emretti. Her kim onlara saygı ve hürmet göstermeye devam ediyordu ise onun cezası sürgün, hapis hatta hatta ölüme kadar varabiliyordu. Bütün bunlara rağmen Tanrı sevgisi ve korkusuyla yaşayan Teodora kocasının yasaklarına önem vermeyerek ikonalara saygı göstermeye ve onlarda bulunan kişilere inanmaya devam etti. Akşmaları odasına gittiği zaman bu ikonalardan bazılarını gizlice çıkartıyor ve onlara dua ediyordu. Ancak bir çok seferinde Krala yakalanma tehlikesi geçirdi ve hepsindede Tanrı’nın yardımı ile son anda kurtuldu. Zaman geçtikçe Teodoranın tam 5 çocuğu oldu. Adları Tekla Anna Anastasia Pulheria Maria ve Mikail idi. Çocuklarına babalarından gizli bir şekilde dua etmeyi ve ikonalara saygı ve hürmet göstermeyi öğretiyordu. Bir gün Teodora çocuklarını yanına alarak annesi Teoktistinin yanına gitiiler. Orada ikonaları alarak kızlarının başlarına değdirdi. Bunu yaptıktan sonra ikonaların temsil ettiği azizlere bir ömür boyu saygı duymalarını ve onlara saygı duymalarını çünkü azizlerin bir ömür boyu Tanrı’yı kutsadıklarını onlara anlattı. Saraya döndükleri zaman babları kızlarına nasıl vakit geçirdiklerini sordu. Büyük kızları konuşmadılar ancak en küçük kızı Pulheria masum bir şekilde bütün olanları babasına anlattı ve o günden sonra anneannelerini görmelerini yasakladı. Kralın ikonalara karşı vermiş olduşu savaşın 12. yılında kral çok kötü bir biçimde hastalandı. Boğazı nerede ise erimek üzere idi ve kral ölüm ile burun buruna idi. Gece Teodora Meryem anayı ruyasında gördü. Meleklerle berabar zalim kocasına vurmaktaydılar. Bu olay üzerine üzülen Teodora Mesih İsa’nın bir İkonasını alarak hasta olan kocasının üzerine koyarak Tanrı’ya onu bağışlaması için tüm kalbiylr dua etti. O yakınlarda boynuna ikona takmış olan birisi vardı. Kral onu gördüğü vakit ikonayı alarak öpmeye başladı ve şunları söyledi :
- Benki bunca yıl İkonaları ve Hristiyanları kovaladım durdum...şimdi onların beni kovalama sırası.
Ve o anda mucizevi br şekilde kral iyileşti boğazı düzeldi ve eski sağlığına kavuştu. Kralın ölümünden sonra tahtın sahibi oğlu Mikail idi ancak yaşı sadece üç olduğundan tahta annesi Teodora geçti. Bunun üzerine hemen bir konsil düzenleyerek ikonaların ve hristiyanların karşıtlarını yargıladı ve hemen ardından patrik İoannisi tahtından indirerek yerine aziz Metodios’u getirdi. Azize Teodora hristiyanları hapisten kurtrdı. 16 şubat 842 yılında birçok piskopos papaz ve binlerce halk İstanbul Aya Sofya Kilisesinde bir araya gelerek İkonaları kiliseye geri koydular. Ellerinde mumlar ve İkonalarla bütün kiliselere yeni baştan Azizlerimizin İkonalarlıya doldurdular. 120 yıl aradan sonra o gün kilisemizin pazarı olarak tayin edildi. Kraliçenin vardas adında birde kardeşi verdı ancak o yeğenini annesine karşı kışkırtıyordu. Bunun nedeni ise krallığın ekonomisini Teodoranın elinde bulundurması idi ve yeğenine annesinin paraları kendisi için almak istediğini söylüyordu. Ve böylece küçük kralı annesini ve kızkardeşlerini rahibe olarak göndermesi için ikna etti. Cesur Teodora hayatının sonuna kadar kızları ile bir manastırda dua ve oruç ile Tanrı’ya her zaman bağlı bir
İnsan olarak devam ettirdi. 11 şubat 867de gözlerini dunyaya yumdu. Bardasın sonu ise gerçekten çok ilğinçti. Yeğeninin emri ile 866 yılında öldürüldü. Mikail ise Makedonya kralı tarafından bardasın ölümünün 10 yıl ardından öldürüldü. Azize Teodoranın vucudu ise hiç bozolmamış bir şekilde bulundu. Vucudu Tanrı’sal bir şekilde kokuyordu. Önce İstanbuldaki azize Anastasia kilisesine kondu aziz vucudu. Ancak İstanbulun Türkler tarafından alınışından sonra Yunanıstanda Kerkira adasına kondu. Şimdi inaçlıların ve dertlilerin yardımcısı O. Azizenin yortusu kilisemiz tarafından 11 şubatta kutlanmaktadır.

AZİZE BÜYÜKŞEHİT HRİSTİNA - (ΑΓΙΑ ΧΡΙΣΤΙΝΑ Η ΜΕΓΑΛΟΜΑΡΤΥΣ)

AZİZE BÜYÜKŞEHİT HRİSTİNA



Azize Hristina 200 yılında Kral seviros’un döneminde Suriye’de dünyaya geldi. Hristina’nın ailesi putlara inanan insanlar idi. Babası orduda komutan olmakla beraber gerçektende çok zengin bir insandı. Kızının büyüdükçe çok güzel bir vucut yapısına sahip olduğunu gördüğünde onu kimsenin görmemesi için hemen bir ev inşa ettirerek kızını o eve bir çok kadın köle ile kilitledi. Kadınların işi Hristina’ya orada dikkat etmekti. O evin içerisinde kölelerin arasında dinine düşkün olan Hristiyan bir kadın yaşamaktaydı. Bu kadın hayat tarzı ile Hristina’yı etkilemişti. Böylece Hristina zamanının bir çoğunu o kadılnla beraber geçiriyor Hz. İsa’nın kurtarıcı sözünü dinlemekten ve duymaktan çok hoşnut kalıyordu. Böylece genç Hristina kısa bir zaman içerisinde Hristiyan olarak oruç, dua ve Tanrı işleriyle uğraşmaya başladı. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ailesi kızlarını ziyarete geldiler. Onun güzelliğini gördüklerinde tanrılara teşekkür amaçlı olarak putlara adakta bulunmasını istediler. Ancak Hristina cesaretle ailesine şunları söyledi:
- Ben göklerde bulunan gerçek Tanrı’nın kızıyım. Yalnızca Onun için adak diler yalnızca ona tapınırım.
Ancak babası kızının Zeus’tan bahsettiğini düşünerek sevinç içerisinde kızına tütsü getirerek putlara adakta bulunmasını istedi ama azize hemen odasına kapanarak Tanrı’ya dua etti ve o sırada Tanrı’nın meleği azizeye görünerek ona şunları söyledi:
-Selamlar olsun Mesih ile aynı ismi taşıyan Hristina. Cesaretli ol çünkü Mesih’in ismini kabullenmen için seni üç tane komutanın önüne çıkartacaklar.
Bu olayın ardından azize tamamen altından yapılmış olan putları bir çekiçle kırdıktan sonra altını fakirlere dağıttı. Sabah olduğunda babası olanları duyduğunda putlara dikkat etmeyen hizmetçilerin kafalarının kesilmesini emretti. Ardından on iki erkeğin kızını acımasızca dövmesini emretti. Erkekler azizeye saatler boyunca acımasızca vuruyorlardı ancak Tanrı azizenin acılarını azaltıyordu böylece adamlar yorularak durdular. O zaman Hristina babasına şunları söyledi:
- Taş kalpli ve yalnış yola düşmüş olan kişi adamlarına kuvvet verecek olan tanrıların nerelerdeler? Ben hala acılara ve işkenceye dayanıyorum ancak gördüğüm kadarı ile senin oniki adamında bitkin haldeler.
Urvanos bu sözler üzerine çok kızarak kızını boğazından zincirleterek hapise kapattırdı. Annesi kızının babası tarafından çektiği işkenceleri duyduğunda hmen hapse giderek kızına babasının azabından kurtulması için putlara tapınması için yalvardı. Bunun üzerine azize şu cevabı verdi:
- Anneciğim gerçektrende benimle ilğilenmiyorsun. Bana cesaret vereceğin yerde oturup benim Mesih’in krallığında yer almamam için elinden geleni yapıyorsun. Ölümsüz olanın adına canımı vermeye bile hazırım. Ertesi gün komutan Hristina’ya özür dilemesi için son bir kez şans tanımaya karar verdi. Hristina’yı özür dilemesi ve putlara adak dilemesi için karşısına davet etti. Ancak azize böyle bir harekete girişmeyi kesinlikle red etti çünkü tek ve gerçek olan Tanrı’nın Baba Oğul ve Kutsal Ruh’tan oluştuğunu ve yalnızca Onun tapınılmaya layık olduğunu çok iyi biliyordu. Bunun üzerine acımasız babası kızının asılmasını ve derisinin yüzülmesini emretti. Acıların dayanılmaz olmasına rağmen azize sabrediyor Tanrı’ya sürekli dua ediyordu. Hatta çoğu seferinde vucudundan kopan et parçalarını eline alarak babasının yüzüne fırlatıyor ve ona şunları söylüyordu:
- Benim bedenimi ve kanımı istemedinmi? Al işte sana kanım ve bedenim düşüncesiz insan!
Buna rağmen babasının kalbinin gözleri acımasızlıktan o kadar kararmıştıki ne yaptığının farkında bile değildi. Böylece babası hemen kızının bir değirmene bağlanmasını ve yanması için altına ateş yakılmasını emretti. Ancak yüce Tanrı sevgili kulunu koruyarak ateşin ona dokunmasına izin vermedi tam tersi ateş etrafa dağılarak bir çok saygısız ve inaçsız puperesti yaktı. Gece olduğunda babası azizenin yanına beş köle göndererek onlara azizenin boğazına büyük bir taş bağlamalarını ve boğulması için onu denize atmalarını emretti. Köleler azizeyi denize attıkları zaman mucizevi bir şekilde taş ipinden çözüldü ve orada bulunanlar azizenin sanki kıyıdaymışçasına denizin üzerinde durduğunu gördüler. Azize Tanrı’ya dua etmeye başladı:
- Bütün herşeye kadir olan olan yüce Hz. İsa şana yaptığın mucizelerden dolayı şükürler olsun. Buğün benim bu sularda vaftiz olmamı layik görki günahlarım bağışlansın ve böylece sonsuza dek senin yanında yaşıyayım.
O anda Hz. İsa bir çok meleğiyle beraber kalabalığın önünde azizeye görünerek istediği şekilde azizeyi Baba Oğul ve Kutsal Ruh adına vaftiz etti. Köleler gördükleri karşısında şaşkına dönmüşlerdi ve bir türlü gözlerine inanamıyorlardı. Sabaha karşı azize tekrarda kıyıya ayak basarak babaevinin yolunu tuttu. Babası olan mucize olayları duyduğunda kızının ertesi gün kafasının kopartılması için hemen tutuklanmasını emretti ancak bu isteğini yerine getiremeden o gece vefat etti. Babasının vefatı üzerine azizenin yargılanması sorumluluğunu Dion adında bir kişi aldı. Azizeyi putlara inandıramadığını gördüğünde ona dayak atmalarını emretti. Bunun ardından işkenceciler bir kazanın içerisinde zift ve yağ kaynatıp azizeyi tamamen erimesi için içine attılar. Azize Hz. İsa adına acı çekmeye layık görüldüğü için Tanrıya sürekli şükr ediyordu çünkü çok iyi biliyorduki Hz. İsa’da insanların kurtuluşu için birçok acı çekti. Dion bunun ardından azizenin saçlarının kesilmesini ve çıplak bir halde şehrin içerisinde sürüklenmesini emretti. Azize bütün bu olan olaylarla çok mutluydu çünkü biliyordu ki insanların gözünde bu şekilde ne kadar düşerse Tanrı’nın gözünde bir o kadar yükseliyordu. Bu olanlardan sonra azizeyi Apollon heykeline götürdüler ve orada azize’den apollon heykeline adak dilemesini emrettiler. Azize ellerini göklere kaldırarak:
- Ruhsuz ve bedensiz yaratık. Hz. İsa adına sana sesleniyorum hemen o putun içerisinden çık ve buradan 40 metre uzaklaş.
Azizenin bu sözlerinden sonra apollonun heykeli kendi kendine kıpırdayarak dışarıya çıktı. Komutan bu gördüğü olaya inanmak istemiyordu. Hemen azizeye bunun nasıl olabileceğini sordu:
- Nasıl olabiliyorda sen bir tanrının heykelini kıpırdatabiliyorsun? Sen o kadar güçlü olamazsın!
- Bu güce sahip olan kişi yalnızca Hz. İsa’dır. Gerçek ve tek olan Tanrı yalnızca odur. Ama senin buna inanman için tekrardan sana emrediyorum apollon heykeli yerlere düşük paramparça ol şimdi! diye cevap verdi azize.
Put azizenin bu emrinin ardından paramparça oluverdi. Etraftaki bir çok kişi mucizeyi gördüğünde Hz. İsa’nın gücüne inandılar. Komutan bu olaydan sonra o kadar çok üzüldü ki dilsiz kalarak kısa zaman içerisinde öldü. Onun vefatından sonra bölge sorumluluğunu İulianos adında bir kişi aldı. Azize ile ilgili olayları duyduğunda hemen derin bir çukur kazdırıp bu çukurun içine ateş yaktırarak azizenin beş günlüğüne içerisine atılmasını emretti. Ateş sönmek üzere iken çukurun dışarısında bekleyen görevliler hemen ateşin içerisine maddeler atarak ateşi tekrerdan yakıyorlardı. Her zamanki gibi yüce Tanrı ona inananları bırakmadığı gibi azizeyide yalnız başına bırakmadı. Melekler azizenin yanında bulunarak hep beraber Tanrı’ya mutlu bir şekilde dua ediyorlardı. Görevliler altıncı günde çukuru açtıklarında azizenin hiç yanmadığını gördükleri zaman şaşa kaldılar. Sorumlu hemen azizenin zehirli yılanların bulunduğu bir çukura atılmasını emretti. Ancak bir kez daha mucize gerçekleşerek yılanlar Tanrı’nın sevgili kuluna dokunmadılar. Taş kalpli sorumlu bu olayı gördüğü zaman yılanları bir sopayla azizenin üzerine doğru atmaya başladı. Ancak yılanlar azizeye saldıracakları yerde kendisine saldırarak onu öldürdüler. Tanrı’nın sevgili kulu Hristina hemen Tanrı’ya dua ederek Tanrı korkusu bilmeyen saygısız sorumluyu diriltti. Bunun üzerine sorumlu Tanrı’ya ve azizeye tüm kalbiyle teşekkür etti. Bölge sorumlusu bu olanlardan çok sinirlenerek azizenin göğüslerinin kesilmesini emretti. Azizenin gögüslerinin kesildiği anda inanılmaz bir mucize oldu. Oradan kan akacağı yerde tam tersine süt akmaya başladı. İulianos ne yapacağını bilemediğinden azizeye putlara tapınmasını aksi halde onu öldüreceğini söyledi. Azize bunu üzerine sorumluya şunları söyledi:
- bugün sende öleceksin yalnış yoldan dönmek istemeyen efendi!
Sorumlu bu sözlere o kadar çok kızdıki orada bulunan askerlerinden bir tanesine hemen azizenin dilini kesmesini emretti. Azize kesilen dilini alıp sorumlunu yüzüne doğru fırlattı ve Tanrı’nın isteği ile konuşarak şunları söyledi:
- Tanrı’yı kutsayan bu dili kestiğin için halı olarak sende kör oldun!
Sorumlu bu olaya rağmen pişman genede pişman olmadı tam aksine askerlerine azizeyi öldürmeleri için emir verdi. Bu emirin ardından askerlerden bir tanesi azizeyi midesinin yan tarfından bıçakla yarladı ve bir diğeri ise azizenin kalbine sapladığı silahıyla azizenin dünyaya gözlerini kapatmasına neden oldu. Aynı gece azizenin önceden bildirilmiş olan sözlerine görede sorumlu öldü. Azizenin Tanrı’ya inanan akrabalarından bir tanesi azizenin kutsal bedenini alarak adına bir kilise yaptırdı ve bedenini oraya yerleştirdi. Azizenin yortusu kilisemiz tarafından vefat ettiği gün olan 24 Temmuz da kutlanmaktadır.

AZİZE KİRİAKİ - (ΑΓΙΑ ΚΥΡΙΑΚΗ)

BÜYÜKŞEHİT AZİZE KİRİAKİ



Azize Kiriaki Putrerest Kral Dioklitianos Roma imparatorluğunda kral olduğu bir zamanda dünyaya geldi (M.s. 284-304). Azizenin ailesi gerçektende Tanrı’ya bağlı insanlardı. Kiriaki doğmadan önce bir türlü çocuk yapamıyorlardı. Bunun üzerine babası Doroteos ve annesi Evsevia Tanrı’ya yalvararak onlara bir evlat vermesini istediler. Kısa bir zaman sonra mucizevi bir şekilde Evsevia hamile kaldı ve bir Pazar günü dünyaya bir kız çocuğu getirdi. Tanrı’ya teşekkür etmek için de kızın adını doüduğu gün olan Kiriaki ( yuanacada Pazar) koydular. Kiriaki büyüdükçe Tanrı’ya daha çok bağlanıyor ve ne kadar zeki bir insan olduğunu her fırsatta gösteriyordu. Bunda ailesinin onu doğru büyütmüş olmasıda kesinlikle büyük bir yer kaplıyordu. Ailesi onu böyle zeki ve Tanrı yolunda doğru bir kişi gördükçe Tanrı’ya her fırsatta şükrediyordu. Günlerden bir gün putperest genç bir delikanlı Kiriaki’nin güzelliğini ve becerikliliğini gördüğü zaman onu kendisine eş olarak almak istedi. Böylece kızn ailesine giderek isteğini onlara iletti. Ancak bedeni ve ruhu bakire olan Kiriaki evlenmek istemediğini ama Tanrı yolunda ilerlemek istediğini söyledi. Böylece genç putpereste bu konuyla ilgilenmediğini açık açık anlattı. Bir diğer yandan ise kızın cevabını duyan gencin babası oğlunun kızın hatırına hristiyan olmasından kortuğu için kızı ve ailesini hemen bölge komutanına şikayet etti. Böylece kısa bir zaman zarfında hristiyan aile askerler tarafından tutuklanarak putperest komutana götürüldü. Bölge komutanı olayı inceledikten sonra suçsuz olan aileyi Kral Dioklitianos’un huzuruna gönderdi. Kral kızın ailesine bir çok işkencede bulunurken bir diğer yandanda Kiryaki’yi putlara tapınmaya zorluyordu. Ona hristiyanlar gibi bu kadar inaçlı ve sağduyulu yaşamasını ama gençliğinin ve güzelliğinin tadını çıkarmasını önerdi. Genç Kiriaki krala putperestlerin tek önem verdiği şeyin gelip geçici olan vucut güzelliğine önem verdiğini ancak ruhumuzun bir ömür boyu yaşayacağını ve yargılanacağını unuttuklarını söylediği zaman kral ağzını açamadı. Bunun üzerine azize ailesinin işkencelere maruz kaldığı bölüme ğötürüldü. Ailesinin acı çektiğini gördükçe kendiside acı çekiyordu. Ailesinin çektiği tüm acılara karşın kesinlikle Hz. İsa’mdan vazgeçmeyeceğine kendi kendine söz verdi. Bunda ailesi büyük rol oynamakta idiler çünkü onlarda Hz. İsa’mısın adına acı çekmekte ve şehit olmakta idiler. Daha sonra Kral azizeyi Sezar Maksimiano’ya onu yargılaması için gönderdi. Sezar bayağı bir zaman azizenin din değiştirmesi için dil döktü. Ancak hepsi nefileydi çünkü azize Tek ve herşeye kadir olan Tanrı’sını terketmemeye kararlı ve inaçlıydı. Hiç bir tehtitten korkmuyordu genç Kiriaki. Putperestlerin sahte tanrısına tapınmamaya karar vermişti bir kere. Bunun üzerine işkenceciler azizeyi yere yatırdıktan sonra ellerini ve bacaklarını iyice açtıktan sonra öküz sinirlerinden hazırlanmış bir iple hertarafına acımasızca vurmaya başladılar. Azizeye o kadar acımasızca vuruyorlardı ki azizenin vucudu yırtılıyor ve yeri o tertemiz kanıyla dolduruyordu. Bu yaptıkları yetmiyormuş gibi insafsız işkenceciler onu hapise kapattılar. O zamanlar Vitinia bölgesinin sorumlusu İlarion adında bir adamdı. Bu kişi bir çok hristiyanı putlara tapınmayı ve onlara zorla kurban kesmelerini başarmıştı ve bu yüzden Sezar azizeyi onunda inancını değiştireceği inancıyla ona gönderdi. Azizenin Tanrı’ya olan sevgisi ve inacı o kadar büyüktüki İlarion bile onun inancını değiştirmeyi başaramadı. Bunun üzerine İlarion’un kalbinde azizeye karşı çok korkunç bir kin doğdu. Bu kinin sonucunda azizenin saçlarından asılmasını emretti. Azize saçlarından asıldıktan sonra acımasız işkenceciler azizeyi yanan sopalarla yakmaya başladılar. Azizenin çektiği acılar sözlerle anlatılacak gibi değilde ama genede azize Tanrı’ya olan inancından hiç bir şey kaybetmedi. Tanrı’ya bütün kalbiyle ona bütün bu acılara sonuna kadar dayanaması için sabır vermesini diliyordu. Bu korkunç işkencenin ardından bölge sorumlusu azizeyi çağırark ona şunları söyledi:
- Beni dinlememkle ne kazandın? Eğer beni dinleyip putlara tapınsaydın bu acıları çekmene ve gencecik vucudunu işkencelerle haram etmene gerek kalmazdı.
- Zavallı efendi! Eğer ben senin o sahte tanrılarına ve putlarına tapınsaydım işte o zaman aptal olurdum. Çünkü senin putlarının ayakları ve elleri var ancak kıpırdayamazlar. Ağızları var ancak konuşamazlar. Kafaları ver ama beyinleri yok!
Bu sözler üzerine çok sinirlenen İlerion onu hemen hapise attırdı. Aynı gece azizeye yüce Tanrı’mızın meleği gözükerek bütün yaralarını iyileştirdi ve onu cesaret verdikten sonra ortadan kayboldu. Ertesi sabah askerler azizeyi İlarion’un karşısına çıkarttılar. O azizeyi tamamen iyileşmiş bir durumda görünce kendisine kendi tanrılarının ona acıdığını ve bu yüzden yaralarının iyileştiğini ve bu yüzden putlara tapınması gerktiğini söyledi. Bunun üzerine azize şu cavabı verdi:
- Eğer senin tanrılarının beni iyileştirdiğini düşünüyorsan kesinlikle yanılıyorsun. Mademki bu kadar istiyorsun hadi senin kilisene gidip gerçek Tanrı kiminmiş görelim!
Bunun üzerine çok sevinen İlarion azizenin kendi inancına ınanacağını zannederek kendi kilisesine doğru ilerledi. Mekana vardıklarında azize haçını yaptı ve o anda sahte ruhlar öyle bir sarsıldılarki putlar yerlere düşerek kırıldılar. Bu olaydan çok sinirlenen İlarion Hz. İsa’ya küfür etti ve o anda kafasına düşen heykelden canını kaybetti. Bu mucizeyi görenlerden bir çoğu Hz. İsa’ya inanarak hristiyanlığı kabul ettiler ve vaftiz oldular. Azize Apollonios bölge sorumlusu olana dek Tanrı’nın sözünü insanlara özgürce duyurdu. Apollonios sorumlu olduktan sonra azizeyi hristiyanlığı eğittiği için tutuklattı. Cezalandırmak amacı ile azizeyi alevler içine attırdı ancak Tanrı kulunu zalim düşmanlarından koruyarak ona zarar gelmesini engelledi. Saatlerce alevler arasında duran azizeye alevler hiç bir zarar veremedi. Azizeye zarar vermeye kararlı olan sorumlu onun karnı aç bir aslanın yanına atılamasını emretti. Bir kere daha yüce Tanrı mucizesini gerçekleştirdi. Vahşi aslan azizenin karşısında evcil bir hayvan gibi diz çöktü. Bütün bu olanlardan sonra sorumlu azizeye nasıl işkence yapacağını bilmediğinde kafasının kesilmesini emretti. Askerler böylece azizeyi kafasının kesileceği mekana getirdiler. Orada azize askerlerden onu kısa bir zaman dua etmesi için bırakmalarını istedi. Duasını bitirdikten hemen sonra azize yere yatarak kafsının kopartılamsını beklemeye başladı. Ancak askerler işlerine başlamadan önce azize ruhunu yüce Tanrı’ya teslim etti. Ölmeden önce Hz. İsa’ya onun adına işkence çekmeye layık olduğundan şükr etti. Olaydan korkan askerler azizenin kutsal vucuduna saygı göstererek ona yaklaşmadılar. Daha sonra hristiyanlar gelerek aziz vucudunu alarak kendisine layık bir şekilde gömdüler. Kilisemiz Büyük şehit azize Kiriaki’nin yortusunu her sene 7 temmuzda kutlamaktadır.

AZİZE MARİNA - (ΑΓΙΑ ΜΑΡΙΝΑ)

AZİZE MARİNA



Azize Marina Roma imparatoru Kral Dioklitianos döneminde Antakya’da doğdu. Babasının adı Edesios ve mesleği putlara papazlık yapmak idi. Marina’nın kendisinden başka hiç bir kardeşi yoktu çünkü kendisi doğar doğmaz annesi vefat etmişti. Böylece o zaman babası kızı şehir dışında yaşayan bir kadına emzşrmesi ve büyütmesi için verdi. Büyüdüğü yerde bazı hristiyan aileler yaşamaktaydı ve buda Marina’nın büyüdükçe hristiyanlık hakkında çok şey öğrenmesine ve daha sonra hristiyanlığı kabul etmesine neden oldu. Babası kızının putları red edip Hz. İsa’ya inandığını duyduğu zaman kızına o kadar çok kızdı ki ondan nefret etme noktasına kadar geldi. Artık kızını görmek istemiyordu ve bu yetmiyormuş gibi kızını mirasından alıkoydu. Yeryüzündeki babası ondan nefret ettikçe gökyüzündeki babası onu o kadar daha çok seviyor ve koruyordu. Günlerden bir gün Olivrios adında taş kalpli bir bölge sorumlusu Antakya’dan geçnekte iken yolunun üzerinde o zamanlar onbeş yaşında olan güzel Marina’yı gördü. Onu görür görmez çok beğendi ve Marina’yı kendisine eş olarak almak istedi. Böylece Marina’ya kesinlikle saraya gelmesini söyledi. İşte o anda azize Hz. İsa’yı insanlar önünde kabullenme vaktinin geldiğini anlayarak ellerini açtı ve Tanrı’dan putperestler karşısında ona güç vermesi için dua etti. Marina saraya vardığı zaman hemen Olivrios’un yanına gitti. Olivrios kendisinden bahsetmesini istedi Marina’dan ve Marina şunları söyledi:
- Adım Marina ailemden özgür bir şekilde yaşamaktayım. Benim yaşama amacım Tanrım ve kurtarıcım olan Hz. İsa’ya kul köle olmaktır.
Bu sözler üzerine Olivrios azizenin ertesi güne kadar japse konulmasını emretti. Sabah olduğunda sarayda oniki tanrı adına bir bayram düzenlendi. Kral askerler ve kölelerin hepsi putlara tapındıktan hemen sonra Marina’danda putlara tapınmasını istediler ama Marina hemen bu isteklerini red ederek inancından ödün vermedi. Bunun üzerine çok sinirlenen Olivrios Marina’yı işkence yapmakla tehtit etti. Genç Marina ise cesaret ile cevap verdi:
- Sakın olaki senin işkencelerinden ve çekeceğim acılardan korkuğumu sanma! Bunlar benim Tanrı’ma olan sevgimi azaltamaz ve beni kesinlikle Ondan ayıramaz. Hristiyanlar zevklere değil acılara önem vermektedirler çünkü onların ruhları ölümden sonra sonsuza dek yaşayacaktır.
Duyduğu bu sözler üzerine genç Marina’ya eğer putlara tapınırsa onu kendisine eş olarak alacağını ve onu paraya boğacağı sözünü verdi. Ancak Marina şu cevabı verdi:
- Bana böyle güzel sözler söylemene hiç gerek yok çünkü ben kendi isteğimle ölümsüz ve günahsız olan Hz. İsa adına ölüme adıyorum.
Acımasız Oivrios azizenin acımasızca üzerinde dikenler bulunan sopalarla dövülmesini emretti. İşkenceciler azizeye o kadar acımasızca vuruyorlardıki vucudunun her bir yanı yırtıklarla dolmuştu ve kanı toprağı kıpkırmızı yapmıştı. Bu acılara rağmen azize ne senini çıkartıyor nede çektiği acılardan gözyaşı döküyordu. Tanrı’ya acılara dayanması için sürekli yalvarıyordu. Azize gerçektende çok yürekli davranmakta idi. Dayağın ardından azizeyi karanlık bir odaya yaralarıyla aç ve susuz bıraktılar. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra azizeyi tekrar Olivrios’un huzuruna getirdiler. Hz. İsa’nın ismini red etmek istememesi sonucu kendisine daha vahşi işkenceler yapılması kararlaştırıldı. Askerler azizeyi vucudundan astıktan sonra demir tırnaklarla bedeninde derin yaralar açtılar. Bütün bedeni kanlar içerisindeydi. Etrafta bulunan ve işkenceyi izleyen halk onbeş yaşındaki bir kızın bu kadar korkunç işkenceler çekmesine dayanamayıp ağıyordu. Bu olayın ardından askerler tekrar azizeyi hapse kapattılar. Azize Tanrı’ya onun adına işkence çekmeye layık görüldüğünden sürekli şükr ediyordu. Şeytan genç azizenin putlara tapmadığını ve inadını gördüğü zaman azizeyle savaşmaya karar verdi. Karşısına korkunç bir yaratık gibi çıktı azizenin şeytan. Adeta gözlerinden ateş fışkırıyordu. Azizeye yaklaşarak onu yakaladı ve onu yutmaya başladı. Marina olaydan çok korkarak inanç içerisinde Hz. İsa’mızın ismini ağzına aldı ve haçını yapt ve işte o anda yaratığın karnı ikiye bölündü ve ardından şeytan ortalıktan bir duman gibi yok oldu. Azize bu olaydan cesaret alarak hemen Tanrı’ya dua edip ismini kutsamaya başladı. Ancak şeytan azizeyi bir keredaha korkutmak ve onu gerçek yoldan çıkartmak istiyordu ve böylece karşısına vahşi bir köpek gibi çıkarak azizeye duayı durdurmassa onu öldüreceğini söyledi ama azize tekrar haçını yaparak çekiçle kafasına ve sırtına vurdu. Azize caseretiyle düşmanını yenip onun utanç içinde oradan ayrılmasını sağladı. O sırada azizenin tutulduğu odada parlak bir haç belirdi. Hapsin her bir yanına işik savurmakta idi. Haçın üzerinde beyaz bir güvercim durmaktaydı. Güvercin azizeye şunları söyledi:
- Tanrı’nın sevgili kulu Marina sana selam olsun! Sevin çünkü en büyük düşmanını yendin! Sevin çünkü kurnaz olan düşmanını utandırdın! Sevin Tanrı’nın sevgili kulu çünkü cennetin çiçeklerini kucaklama saatin yaklaşmaktadır!
O sırada mucize gerçekleşerek azizenin her bir yarası iyileşti. Bunun üzerine azize güçlü bir şekilde Tanrı’nın ismine şükr etmeye başladı. Azize Marina o zamana kadar vaftiz olmamıştı. Bunun üzerine Tanrı’ya yalvararak vaftiz olmak istediğini söyledi. Tanrı azizenin bu isteğini cevapsız bırakmadı. Sabah olduğunda komutan azizeyi huzuruna çağırttı. Yaralarının iyileştiğini gördüğünde kendi tanrılarının güzelliğine acıyarak onu iyileştirdiğini ve bu yüzden putlara tapınması gerektiğini söyledi. Azize hemen cevap verdi:
- Yalnızca gerçek olan Tanrı yarası olanları iyileştirebilir ve bu yüzden sadece ve herzaman O’na inanacağım! Sizin tanrılarınız sahtedirler!
Bu sözler üzerine sinirlenen komutan hemen boynundan bedeninin yarısına kadar yakılmasını emretti. Marina korkunç acılar çakmesine rağmen Tanrı’ya sürekli dua ediyor ve teşekkür ediyordu. Ardından azizeyi boğmak için bir kazan getirdiler. O sırada azize bağırarak şunları söyledi:
- Yüze Tanrım ne olur bu su benim vaftiz suyum olsun! Kutsal ruhu bedenime kabul etmeyi o kadar çok istiyorumki!
O anda büyük bir deprem oldu ve azize suyu girip çıktıktan kendisine vaftiz olması için yardımcı olan Tanrı’ya şükr etti. Gökyüzünden yeryüzüne doğru inen ayaklarında yuvarlak demek çiçek getiren bir güvercin azizenin kafasına oturdu. Halk mucizeyi görür görmez ayaklandı. Halkın arasından bir çok kişi Hz. İsa’ya inandı ve bir çoğuda Hz. İsa için ölmeye hazır olduğunu söylemeye başladı. Komutan Olivrios o kadar çok sinirlendiki herkesin öldürülmesi emrini verdi. Gerçektende Hz. İsa’mıza inanan bir çok kişi orada hayatını kaybetti. Zalim komutan Marina’nın hayatta olursa bütün şehrin hristiyan olacağından korktuğundan hemen kafasının kesilmesini emretti. Azize işkenceciye bir dakika onu serbest bırakmasını ve orada bulunan halka birşeyler söylemek istediğini söyledi. Azizenin son sözleri şunlardı:
- Kardeşlerim gerçek Tanrı birtanedir. Yalnızca Ona inanın ve yalnızca Ona tapının! Baba Oğul ve Kutsal ruh tek ve gerçek olan Tanrı’dır. Onun isminden başka hiç bir isim kurtaramaz bizleri. Azizenin bu sözlerinden sonra ortamda melekler belirdi ve çok korkunç bir deprem daha gerçekleşti. Azize işkencecinin yanına sevinç içerisinde giderek ona hemen komutanının emrini yerine getirmesini emretti. Ancak o korku içerisindeydi. Bunun üzerine azize ona cesaret vererek zorlada olsa komutanının emrini yerine getirmesini söyledi. En sonunda işkenceci azizenin kafasını kesti ve hristiyanlar azizenin vucudunu alarak gizli bir şekilde kendisine layık bir şekilde gömdüler. Kilisemiz azize Marina’nın yortusunu her sene gözlerini dünyaya kapattığı gün olan 17 Temmuzda kutlamaktadır.

AZİZE PARASKEVİ - (ΑΓΙΑ ΠΑΡΑΣΚΕΥΗ)

ΑZİZE PARASKEVİ



Roma imparatoru Adrianos zamanında ( 117-138) birbirini çok seven Agaton ve Politia adında bir çift yaşamaktaydı. Bu çift zangin ve yunan kökenli idi ve Tanrı’ya bağlı insanlar idiler. Ama bu ailenin büyük bir sorunu vardı bir türlü çocuk yapamıyorlardı. Bu yüzden yalnızca Tanrı’nın mucizesine umut bağlamışlardı. Kısa bir zaman içerisinde duaları kabul oldu ve Politia dünyaya bir kız çocuğu getirdi. Adını Cuma günü doğduğundan Paraskevi koydular ki ne olursa olsun bu aziz günü unutmasınlar diye ( Paraskevi yunancada günlerden Cuma anlamına gelmektedir ). Genç Paraskevi büyüdükçe hristiyanlığı öğreniyor ve öğrendikleriyle o kadar hoşnut oluyorduki boş vekitlerinde kendi yaşıtlarıyla oynayacağına oturup Kutsal Kitab’ı okumayı ve Tanrı’ya dua etmeyi tercih ediyordu. Bir çok genç onu kendisine eş olarak istiyordu ancak azize öncelikle bedenin ve ruhun temizliğine ve saflığına önem vermekteydi ve bu yüzden onunla evlenmek isteyenlere önem vermiyordu. Yirmi yaşına geldiğinde ailesi vefat etti ve böylece azize genç yaşında yetim kaldı. Bunun üzerine neyi ver neyi yoksa hepsini fakirlere bağışlayarak bir kadın manastırına giderek kendisini Tanrı’ya adadı. Bayağı bir zaman manastırda kaldıktan ve inancını dahada güçlendirdikten sonra azize Paraskevi manastırda başrahibenin iznini de alarak insanlara hristiyanlığı eğitmeye, onlara gerçek dini öğretmeye karar verdi. Hatta bu uğurda azize canını bile vermeye hazırdı. Azize taş kalpli putperestlerin hristiyanlara karşı açtıkları savaştan korkmayarak tek başına bir çok şehre yolculuk ederek hristiyanlığı insanlara duyuruyordu. Putperstlerle oturup sohbet ediyor onlara inandıkları tanrıların insan işi olduğunu ve gerçekte hiç bir güçleri olmadığını her seferinde kanıtlıyordu. Azizenin sayesinde bir çok kişi yanlış yolda olduğunu anlayıp Baba Oğul ve Kutsal Ruh adına vaftiz oldu. Azizenin ünü çok çabuk her yere yayılmıştı ve bu yüzden bazı putperestler azizeyi hristiyanları hiç sevmeyen komutan Antonino’ya şikayet ettiler. Antonino azizeyi yakalattığı zaman kendisini tatlı bir dille kendi tanrılarına tapınması için kandırmaya çalıştı ama azize hiç çekinmeden ve korkmadan komutana şunları söyledi:
- Kralım, ben yalnızca Tek ve gerçek olan Tanrı’ya inanırım. Buda Hz. İsa’dan başkası değildir. Ben yalnızca Ona tapınırım ve Ona inanırım ve Ondan başkasına Tanrı demem! Onu sahte tanrılarla değiştirmem!
Bu sözler üzerine çok sinirlenen Antonino hemen bir demir kasketin ateşte kızartılmasını ve azizenin kafasına geçirilmesini emretti. O anda yüce Tanrı azizeyi bu kasketin sıcaklığından koruyarak yanayacağı yerde ona serinlik verdi. Azize Tanrı’ya sürekli şükrediyordu. Ortamda bulunan tüm yunan alemi mucizeyi gördükten sonra hristiyan oldu. Yanlış yoldan dönmek istemeyen sadece bir tek kişi vardı oda komutan Antonino idi. Antonino azizenin ellerinin bağlanmasını ve hemen hapse konulmasını emretti. O karanlık hapishane odasının içerisinde azize diz çökerek Tanrı’ya ona sabır ve güç vermesi için tüm kalbiyle dua etti. Azize dua ederken karşına Tanrı’nın meleği belirerek kendisine güç verdi ve ardından ellerini çözerek oradan ayrıldı. Askerler sabah olduğunda azizeyi komutanın karşısına çıkartmak için odaya girdiklerinde azizenin ellerinin çözülü olduğunu gördüler ve hayretler içerisinde birbirlerine sorular sormaya başladılar. Azizeyi komutanın yanına getirdikleri zaman Antonino azizeye putlara tapınması için emir verdi ancak azize bu emre hemen karşı çıktı. Bu red üzerine komutan azizeyi saçlarından bir direğe astırdı. Taş kalpli ve acımasız işkenceciler demirlerle azizenin bakire vucudunu yakıyor ve ona sürekli acı çektiriyorlardı. Azize bütün bu çektiği acılara rağmen kesinlikle sesini çıkartmıyor tam tersine sürekli Tanrı’ya dua ediyor ve Onun adı için acı çektiğinden Tanrı’ya teşekkür ediyordu. Zalim kral azizenin yılmadığını görünce onu tamamen yok etmek için hemen askerlere yağ ve zift kaynatmalarını ve azizenin kazanın içine atılmasını emretti. Ancak genede Hz. İsa’mız azizeye zarar vermelerine izin vermedi. Azizeyi zift ve yağın kaynadığı kazana attıklarında azize kesinlikle yanmıyor tam aksine Tanrı’ya ilahiler söylüyordu. Olaydan şüphelenen Antonino azizenin yanına gelerek üzerine zift sıçratmasını ve gerçektende yakıp yakmadığını görmek istediğini söyledi çünkü Antonino rüya gördüğünü zannediyordu. Azize avuçlarını ziftle doldurarak kralın suratına attı. Zalim kral hemen kör oldu ve acılar içinde azizeye ona acıması için yalvardı. Azize dua ettikten sonra kralı tamamen iyileştirdi ve böylece kral Antonino yanlış yoldan dönerek hemen vaftiz olarak hristiyan oldu. Bu olayın hemen ardından azize sserbest kalarak yine şehir şehir dolaşarak Tanrı’nın sözünü insanlara duyurmaya devam etti. Bir gün putperest bir bölge sorumlusu azizenin putların insanlar tarafından yapıldığını ve sahte olduklarını duyurduğunu öğrendiği zaman hemen azizeyi tutuklattı ve onu cezalandırmak istedi. Bu bölge sorumlusunun adı Asklipios idi. Böylece azizeyi başka mahkumlarında gönderildiği bir alana gönderdi. O yakınlarda bir mağarada korkunç bir yılan türü yaşamaktaydı. mağaranın yakınına yaklaşanların yaşama şansı kesinlikle yoktu. Azize Paraskevi yılanın yanına yaklaştığı zaman haçını yılanın üzerine doğru yaptı ve yılan orada ikiye ayrılarak öldü. Bu olay üzerine bölge sorumlusu gerçek Tanrı’nın Mesih İsa olduğunu anladı ve azizeden özür dileyerek hemen hristiyan oldu. Azize daha sonra Yunanistan’a gelerek putperestlere gerçek olan Tanrı’nın sözünü duyurmaya ve hristiyanlığı onlara eğitmeye başladı. Orada Kutsal Ruh sayesinde bir çok mucize gerçekleştirdi. Selanik şehri yakınlarında bir şehri elinde bulunduran putperest Tarasios adında bir kişi hemen azizeyi tutuklattı. Azizeye bir çok işkence yaptırdıktan sonra midesine nefes alamaması için büyük bir taş yerleştirilmesini emretti. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra azizeyi alarak hemen putların kilisesine gmtürdü ve ona putlara tapınması için emir verdi ancak azize hemen haçını yaptı. Haçını yaptığı anda büyük bir deprem oldu ve heykeller yerle bir oldular. Bu olay üzerine çok sinirlenen sorumlu azizenin kafasının kesilmesini emretti. Azize işkencecilerden bir kaç dakika dua etmesi için serbest bırakmasını istedi devamında ellerini gökyüzüne kaldırarak şunları söyledi:
- Hayatımın efendisi, ismini cesaretle herkesin önünde kabullenmemde bana güç verdiğin için sana hamd olsun. Benimde bedenimi diğer şehitlerinki gibi cennetinde kabul et. Benim ismimle sana gelenlere sabır ve acı çekenlere güç ver Tanrım!
Azizenin bu sözlerinden sonra göklerden şu sözler duyuldu:
- İstediklerin olsun Tanrı’nın kulu!
Bunun ardından azizenin kafası kesildi ve ruhu tertemiz bir şekilde göklere yükseldi. Hristiyanlar azizenin bedenini alarak ona layık bir şekilde gömdüler. O zamandan beri azize kendisine inançla gelen herkese yardım etti ve bir çok mucize gerçekleştirdi. Bundan başka azize körlerin ve gözlerin koruyucusu ilan edildi kilisemiz tarafından. Azizenin yortusu kilisemiz tarafından 26 Temmuzda kutlanmaktadır.

AZİZE İRİNİ XRİSOBALANDU - (ΑΓΙΑ ΕΙΡΗΝΗ ΧΡΥΣΟΒΑΛΑΝΤΟΥ)

AZİZE İRİNİ XRİSOBALANDU



Azize İrini Bizans Kraliçesi Teodora döneminde yaşadı (842 İ.s). Azizenin Kapadokya’lı idi. Ailesi aristokrat sınıfına ait olmakla beraber azizenin kız kardeşi Kraliçenin kardeşi Varda ile evliydi. O dönemlerde edetler gereği evlilikler küçük yaşlarda gerçekleşmekte idi bu yüzden Kraliçenin oğlu 12 yaşına geldiğinde evlenmesi için kendisine bir eş bulunmasını istedi. Kraliçenin hizmetkarları o zaman krallığın bir çok yerine saraya kız getirmek için gittiler. Bunlardan bazıları kapadokyada azizeyi bularak genç krala götürdüler. Saraya doğru giderlerken yolda herşeyi daha önceden görebilen aziz İoannıko’ya rastladılar. Aziz genç İrini’ye şunları söyledi:
- İrini iyiki İstanbul’a gidiyorsun çünkü Hrisovalandu manastırının orada sana ihtiyacı var!
Böylece azize yoluna mutluluk içerisinde devam etti. Ayrıca azizin ona bildirdiği bu haber için Tanrı’ya sürekli şükrediyordu. Onlar saraya varana kadar genç kral evlenmişti bile. Böylece İrini Hrisovalandu manastırını ziyaret etti. Orada Rahibelik hayatından o kadar etkilendiki kendisini Tanrı’ya adamaya karar verdi. Hemen hizmetçilerini özgür bırakıp mirasını fakirlere dağıtti ve rahibe oldu. Bundan sonraki günlerini Tanrı’ya adadığından sürekli sevgi işleri yapıyor sade ve basit bir hayat yaşıyor ve Tanrı yolunda ilerliyordu. Kendisine ait olan tek eşyası gece gündüz giydiği yün cübbesi idi ve onu yılda yalnızca bir defa Paskalya bayramında değiştiriyordu. Sert bir şekilde oruç tutmayı çok seviyordu. Çoğu zaman günde biraz ekmek ve birazda su içiyor ve bazende biraz bitki yiyordu. Bütün zor işleri sevgi ile yapıyor bütün ayinlere mutlulukla gidiyordu. Boş vakti olduğu zaman kutsal kitapları okuyor ve bunun dışında boş zamanının bir çoğunu akşamdan sabaha kadar ellerini göğe yükselmiş bir şekilde tutarak dua ediyordu. Başrahibe ve diğer rahibeler azizenin bu manevi açıdan yükselişine çok seviniyor onun bu Tanri katına yükseliş ritmine hayran kalıyorlardı. Azize birgün odasında dua ederken şeytan birşeylerden rahatsız olmuşçasına azizenin karşısına çıktı ve ona şunları söyledi.
- Lanetli kadın dua etmeye bir son ver artık. Her dua ettiğinde ve Tanrı ile dua ettiğinde bana işkence çektiriyorsun.
Azize bu sözlere önem vermeyerek inanç içerisinde haçını yaptı ve o anda kötü ruh oradan kayboldu. O zamanlar manastırın başrahibesi çok ağır bir hastalığa yakalanarak kısa bir süre içerisinde vefat etti. Böylece rahibeler aziz Patrik Metodios’un yanına giderek kimin baştahibe olması gerektiğini sordular. Bunun üzerine kutsal aziz rahibelere şunları söyledi:
- Hepinizin rahibe İrini’yi başınız olarak seçmek istediğini biliyorum. Evet iyi düşündünüz. Tanrı bana onun özelliklerini gösterdi. Seçiminiz doğrudur.
Azize ilk önce böyle büyük ve sorumluluk isteyen bir görevi kabul etmek istemedi ancak rahibelerden gelen baskı ile görevi kabul ettikten sonra aziz Metodios onu manastıra başrahibe tayin etti. Azize İrini o zamandan sonra dua ile daha çok ilgilenmeye başladı. Manastırın annesi olarak her bir beden için ayrı ayrı sorumluluk duyuyordu ve bu yüzden bir çok gün bir sabahtan diğer sabaha kadar odasında kalıyor ve Tanrı’ya rahibelerin Onun yolundan ayrılmamaları ve günahlardan uzak durmaları için var gücüyle dua ediyordu. Odasında dua ettiği bir gece şeytanlar odasına gelerek azizeyi korkutmak ve onun duasını yarıda kesmek için çığlıklar atmaya başladılar. Ancak azize olanları umursamayarak Tanrı’ya dua etmeye ve Onunla konuşmaya devam etti. Şeytanlardan birtanesi bu olaya sinirlenerek kandilden bir mum yakarak azizenin üzerindeki cübbeyi ateşe verdi. Alev alan kumaş azizenin bedenini her ne kadar yaksada azize sakin bir şekilde duasına devam ediyordu. O sırada azizenin odasından dumanlar çıktığını gören bir rahibe hemen azizenin odasına gelerek cübbesine su dökerek yanan kumaşı söndürdü. Bunun üzerine azize rahibeye şunları söyledi:
- Beni neden üzdün kızım? Karşımda Tanrının beyazlara bürünmüş meleği başıma çelenk hazırlamakta idi. Onu başıma koyacağı sırada sen geldin ve o buradan uzaklaştı ve bu nedenle kutsanma şansını kaybettim.
Ateşin azizenin bedeninde yaratmış olduğu yaralar çok uzun bir sure muhteşem bir koku saçıyordu etrafa ve bu olaylardan dolayı rahibeler Tanrı’ya sürekli şükrediyorlardı. Uzun yıllar sonra Yüce Tanrı azizeye daha önceden olayları görebilme yeteneğini verdi. Bir çok inançlı kişi Tanrı’nın sevgili kuluna sırlarını açıklayıp dermen buluyordu. Azize gece olunca ise bütün insanlar adına dua etmek için bahçeye çıkıyordu. Bir gece rahibelerden bir tanesi bahçeye çıktığında hayretler içerisinde dua eden azizenin havada olduğunu gördü. O sırada bir mucize gerçekleşti. Bahçede bulunan iki tane çınar ağacı azize dua ederken saygıdan eğildiler. Bu olayları gören rahibe diğer rahibelerin inanmaması durumunu göz önüne alarak her iki ağacın ucuna mendil bağladı. Sabah olduğunda rahibeler mendilleri kimin o kadar yükseğe koymuş olabileceğini birbirlerine soruyorlardı. Böylece rahibe gördüklerini diğer rahibelere anlattı ve rahibeler hep bir ağızdan Tanrı’ya şükr ettiler. Azize mucizenin başkaları tarafından öğrenildiğini duyduğu zaman çok üzüldü çünkü onun insanların övgüsüne değil yalnızca Tanrı’nın övgüsüne ihtiyacı vardı.
Günlerden bir gün manastıra bir denizci gelerek azizeye şunları söyledi:
- Efendin ben Patmos adasından geliyorum. Yolculuğuma başlamadan kısa bir süre önce saygıdeğer yaşlı bir adam yanıma geler adının Yanni olduğunu söyleyerek bana cennetten getirdiği bu kutsallığı size getirmemi söyleyerek bana üç tane elma verdi.
Azize mutlu bir şekilde denizcinin elinden elmaları aldı. Elmaları gönderen kişinin Hz. İsa’nın öğrencisi Yuhanna olduğunu anlamıştı. Yuhanna Patmos adasında yaşamış ve orada Tekvini yazmıştır. Gözlerini dünyaya kapattığı tarih 105 yılıdır. Bu elmalar diğer elmalardan çok farklıydılar çünkü hem çok parlaktılar hemde muhteşem kokuyorlardı. Azize elmalardan bir tanesini ısırdığı anda bütün manastır muhteşem bir kokuya büründü. İkinci elmayı diğer rahibelerle paylaştı ancak üçüncü elmayı odasına koyarak orada onu muhafaza etti. Bir zamanlar bazı kötü insanlar krala giderek haksız yere bir kişinin krelın düşmanı olduğunu söylediler ve kralda adamı tutuklatarak gerçekleri öğrenmeden hapse attırdı. Bu adam şans eseri azizenin akrabası idi ve bu yüzden azizenin yardımını istemek için azizeye gittiler. Bunun üzerine azize gece dua ederek kralın rüyasına girdi ve ona Xrisovalandu manastırının başrahibesi olduğunu söyledikten sonra onu azarlayıp haksız yere hapse attırmış olduğu adamı serbest bırakmasını istedi. Kral korku içerisinde uyanarak hemen manastıra ressamlar göndererek azizenin resmini çizdirdi. Bunu yapmaktaki amacı rüyasında gördüğü kişinin gerçekten o olup olmadığına emin olmaktı. Ressamlar manastıra vardıkları zaman azize onları manastırda karşılayarak onlara krallarına gördüğü rüyanın gerçek olduğunu söylemelerini söyledi. Buna rağmen ressamlar bir fırsatını bularak azizenin resmini çizdiler. Ressamlar saraya döndükleri zaman bir türlü inanmak istemeyen krala resmi gösterdikleri anda resimden çıkan ışık onu kör etti. Kral çok korkarak hemen tutuklatmış olduğu adamı serbest bıraktı ve ardınıdan azizeye pişmanlık mektubu yollayarak kendisini tedavi etmesini istedi. Böylece azize bir kere daha dua etti ve yüce Tanrı kralı tedavi etti. Azize İrini hayatını Tanrı’ya adayarak yaşadı. Ve bu yüzden bir çok mucizeler gerçekleştirdi. Bir gün Tanrı’nın meleği azizeye görünerek gelen yılda onu beraberinde götüreceğini ve sonunun yaklaştığını azizeye bildirdi. O zamandan sonra hayatının son günü için hazırlanmaya başladı. Meleğin ona bildirmiş olduğu gün son kez Hz. İsa’nın bedeni ile kanını içti ve son elmayıda yedikten sonra bütün rahibeleri toplayarak hepsi ile teker teker vedalaştı. Hepsi ağlıyordu ve çok üzgündüler. Azize ölmeden önce rahibelere inanç ve sadelik içerisinde yaşamalarını tembih etti. Sade ve inançlı insanların Tanrı’dan bir çok özellik elde ettiklerinide onlara söyledi. Ardından yaslanarak mutluluk içerisinde dua etmeye başladı. Azize o zaman 103 yaşında idi. Canazesine bir çok insan katılmıştı azizenin. Mezarından günümüze kadar gelmiş olan muhteşem bir koku yayılmaktadır. Bu bizlere azizenin yaşamını hatırlatmaktadır. Azizenin ismini ağzına alan bir çok kişinin ise sorunları çözülüyor ve daha bir çok mucize oluyor azizenin mezarında. Azize İrini Xrisovalandu’nun yortusu kilisemiz tarafından her sene 28 Temmuzda kutlanmaktadır.

AZİZE SOFİA VE ÜÇ KIZI PİSTİ, ELPİDA, AGAPİ - (Aγία Σοφία καιοι κόρες της Πίστη, Ελπίδα, Αγάπη)

AZİZE SOFİA VE ÜÇ KIZI PİSTİ, ELPİDA, AGAPİ



Azize Sofia putperest Kral Adrianos döneminde (117-138 İ.s.) yaşamıştır. Kökeni İtalyanın bir şehrindendi. Azizenin kökeni saygıdeğer bir aile olmakla beraber kendisi Tanrı sever bir insandı. Azize Sofia’nın hayatı dul kalınca çok zorlaştı çünkü azizen büyütmesi gereken üç tanede kızı vardı. Bu kızlar Pisti, Elpida ve Agapi idi. Bir gün Roma’ya yolculuk etme kararı aldılar ve oradan hiç bir zaman geri dönmediler. Sofia dışarıda zor işlerde çalışıyor evine geldiğinde de kızlarını Tanrı’nın sözü ile eğitiyordu. Anne ve kızlar gerçektende Tanrı sözüyle yaşıyor bu bir çok kişi tarafından hayranlıkla takip ediliyor ve bir çok kişide onlara benzemeye çalışıyordu. Ancak o bölgede yaşayan fanatik putperestler azizeyi ve kızlarını bölgenin sorumlusu Antiohos’a şikayet ettiler. Antiohos kralın en güvendiği adamlarından birisiydi. Böylece hemen krala giderek ona Sofia ve kızlarının putlara tapınmadığını ve böylece krallık kanunlarına karşı geldiklerini söyledi. Kral hemen tutuklanmalarını ve yargılanmalarını emretti. Askerler aileyi tutuklayarak hemen yargıça götürdüler. Aile kesinlikle korkmuyor sonuna kadar cesaretini koruyordu. Yargıç:
- Adın nedir, kimsin ve inancın nedir?
- Adım Sofia, ben gerçek Tanrı olan Hz. İsa’nın kuluyum. Biz Roma’ya dinimizi saklamak için değil duyurmak için geldik. Biz dinimiz için her türlü cezaya katlanmaya hatta sonsuz hayata kavuşmak için ölmeye bile hazırız.
Yargıç azizenin bu cesaretini ve söylediklerini duyduğu zaman ona hayran kaldı ve ne diyeceğini şaşırdı. Yargıç azizenin kızlarını alarak onları Palladia adında bir kadına putperestliği aşılamaları için üç günlüğüne gönderdi. Üç gün sonra yargıç kızları karşısına getirtti. Bu üç gün içerisinde kızlar kadının putlar hakkındaki eğitise önem vermeden gece gündüz Hz. İsa’yı herkesin önünde kabul ettikleri taktirde Ondan alacakları bağışı düşünmüşlerdi. Yargıç Palladia’nın kızları kandıramadığını gördüğü zaman bu seferde kendisi kızlara değişik sözler söylemeye başladı. Kendiside bir şey başaramayınca kızlara putlara tapınmadıkları takdirde kendilerini çok ağır cezalandıracağına yemin etti. Kızlar yargıcın tehtitlerine önem vermeden dinlerinden kesinlikle vaz geçmeyeceklerini söylediler. Yargıç en büyüğü hariç diğer iki kızı hapse attırdı ancak büyük olan kız (o zamanlar 12 yaşında idi) cesaret içerisinde şunları söyledi:
- Hangi mantıklı insan gerçek Tanrı’yı bırakıpta var olmayan ve insanlar tarafından yapılmış olan tanrılara inanır? Ben yalnızca Mesih İsa’ya inanırım, bizim için ölüme yürümüş olan kişiye!
Yargıç o kadar çok sinirlendiki hemen ellerinin arkadan bağlanmasını soydurulup acımasızca dövülmesini emretti. Yüce Tanrı kulunu yalnız bırakmayarak mucizesini gerçekleştirdi. Genç kızın vucudunda darbelere rağmen hiç bir iz yoktu ve hiç bir acı hissetmiyordu. Yargıç bu mucizevi olaya hala inanamıyordu. Yargıç o kadar taş kalplidiki azizenin göğüslerinin kesilmesini emretti. O anda ikinci bir mucize gerçekleşti. Göğüslerini kestikleri anda kan akacağı yerde bir saygı gösterisi olarak süt akmaya başladı. Bu olaydan korkan yargıç azizenin canlı canlı yakılmasını emretti. Tanrı bu seferde kulunu koruyarak hiç bir acı hissettirmedi ona. Daha sonra askerler zift kaynatarak azizenin üzerine döktüler. Azizenin bedeninin erimesi gerekirken azize cennetin serinliğini üzerinde hissetti. Yargıç en sonunda azizenin başının kesilmesini emretti. Genç azize mutluluk içindeydi. Annesi azize Sofia kızının Tanrı’yı terk etmemesinden dolayı Tanrı’ya şükr ediyordu. Yargıç en büyük kız olan Pisti’yi kandıramayınca bu sefer ortanca kız Elpiday’ı yanına çağırttı. Elpida henüz 10 yaşında idi. Hemen putlara tapınmasını emretti yargıç küçük Elpida’ya ama Elpida cesaretle yargıca:
- Kız kardeşimi öldüren zalim adam beni boşu boşuna şeytanın kulu yapmaya çalışma ben yalnızca bütün insanlığın kurtarıcısı olan gerçek Tanrı’ya inanırım.
Yargıç kızın bu sözlerini duyduğu zaman 10 yaşındaki bir kızın karşısında kendisini güçsüz hissetti. Hemen kızın asılmasını ve vucudunun demir tırnaklarla yırtılmasını emretti. O anda bir mucizevi olay daha gerçekleşti. İşkenceciler azizenin vucudunu yaralarken yüzü güneş gibi parladı ve bedeni etrafına muhteşem bir koku şaçtı. İşkenceciler korkarak hemn işkenceyi durdurdular. Yargıç hemen azizenin başının kesilmesini emretti ve böylece azize Elpida’nın temiz ruhu Tanrı’nın meleklerine teslim oldu. Azize Sofia ikinci kızınında boyun eğmediğini görünce Tanrı’ya bir kez daha teşekkür ederek üçüncü kızınında işkencelere dayanması için içinden gizlice dua ediyordu. Bu seferde azize Sofia’nı dokuz yaşında olan üçüncü kızı Agapi yargıcın karşısına getirildi. O putlara tapmayı red ederek yargıca:
- Beni inandırabileceğini sakın zannetme çünkü bende kız kardeşlerimin yolunda yürüyeceğim. Ben Tanrı’mı ruhumun bütün gücüyle seviyorum ve Ondan başka hir bir tanrıya inanmayacağım!
Zalim yargıç genç azizenin yüksek bir direğe bağlanmasını ve acımasızca öküz sinirlerinden yapılmış olan kamçı ile dövülmesini emretti. Ardından ateş yakarak Agapi’nin putlara tapınmasını emretti. Dokuz yaşındaki azize bunu cesaretle red ederek tek başına ateşin içerisine yürüdü. O anda mucizevi bir şekilde ateş etrafa yayılarak bir çok putperesti yaktı. Hatta yargıcın bedeninde bir çok yara açılmasına rağmen azizeye hiç bir şey olmadı. Yargıç sinirinden o kadar kudurduki azizenin oradan çıkartılıp daha da acımasızca işkence görmesini emretti. Artık yargıç küçük kızı inandırmak istemiyor kendisini küçük düşüren bu kızın Tanrı’sından intikam almak istiyordu. Askerler ona yaklaştıkları anda doğal olmayan bir görüntüyle karşı karşıyaydılar. Küçük azizenin etrafında melekler azizeyi korumaktaydılar. Azizeyi yakalamak isteyen askerler o anda can veriyorlardı. Askerler azizeyi oradan çıkartamayacaklarını anladıklarında kesdisinden çıkmasını rica ettiler azizede buna uyarak Tanrı’ya yaşanan bütün mucizeler için şükrederek ateşin içerisinden çıktı. Bencil yargıç gördüğü bunca mucizeye rağmen yumuşamıyor ve yaptıkları için pişman olmuyordu. Gerçek Tanrı’nın dinini adeta hiçe sayıyordu. Yargıç kızın bedenine acı çekmesi için büyük çiviler çakılmasını emretti. Daha sonra küçük düşen yargıç diğer kız kardeşlerine yaptığı gibi bu azizeninde kafasının kesilmesini emretti. Agapi Mesih İsa adına kanını dökeceği saatin geldiğini anladığında Tanrı’ya şükr etmeye başladı ve bu yüzden Tanrı bu üç kıza cennetin kapılarını sonuna kadar açtı. Daha sonra Sofia kızların bedenlerini alarak kokularla süsledi ve bir kiliseye giderek orada onları gömdü. Hristiyanlar bedenleri alarak onlara gerekli olan saygıyı ve itimadı gösterdiler. Kızlarını kaybettiği için bir yandan üzülüyor bir diğer yandan ise kızlarını Mesih İsa adına şehit vermekten mutluluk duyuyordu. Aradan üç gün geçtikten sonra Sofia kızların bedenlerinin yanına gelerek şöyle dedi:
- Kutsal olanlar, annenizide sizin olduğunuz yere kabul edin!
Bunun hemen ardından azize Sofia can verdi. Azize sofia ve kızları bugüne dek bir çok mucize gerçekleştirmişlerdir. Yortuları kilisemiz tarafından her sene 17 Eylülde anımsanmaktadır.